AKP iktidarından AKP devletine...

AKP iktidarından AKP devletine...

Cumhuriyetin kuruluşu ve devamında asker ve bürokratik bir temel olmuştur. Dolayısıyla bizim Cumhuriyetimiz burjuva devrimi değil de asker ve bürokratik bir devrim niteliği taşır.

Osmanlı mirası üzerine kurulan bu yeni devlet, önce Tek Parti ve belli ölçüde de Tek Adam rejimi şeklinde başladı. Parlamentosu ve mahkemeleri olduğu halde, güçlerin birliği esastı. Bu da, toplumda, Cumhuriyete ve hedeflenen modern toplum ile ulus inşasına yönelik bir toplumsal talep olmamasına bağlanıyordu.

Modern topluma özgü kurumlar, devrim niteliğindeki değişimler ile oluşturulacak ve ardından hem çok partili demokrasi hem de güçlerin ayrılığına geçilecekti. Başarısız denemeler olduktan sonra yine de 20-25 yıllık bir süre sonra önce çok partili hayata geçildi, 1961 Anayasası ile de Güçlerin Ayrılığı ilkesi benimsendi.

Hem devletin kuruluşu hem de bu dönüşümler, sivil bir toplumsal hareketten ziyade, asker ve bürokrasi öncülüğünde gerçekleşti. Bundan sonra farklı koşullarda farklı partiler ve koalisyonlar hükümet oldular. Ama hep şöyle bir ayrım vardı. Hükümet ve devlet ayrı şeylerdi.

Bu belli ölçüde de, yürütme görevini üstlenen partilerin her istediğini yapamayacağı anlamına da geliyordu. Her ne kadar seçmenin büyük desteği ile başbakan olan Adnan Menderes, seçmene hitaben, “siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz” dese de bunu canıyla ödemişti.

Daha sonra da Demirel, defalarca şapkayı alıp, başbakanlık koltuğunu bırakmıştı.

Yani askeri vesayet, sivil siyasetin üzerinde oldukça etkiliydi. Bu da Cumhuriyetin askeri karakterini terk edip, sivilleşemediğini ve demokratikleşmediğini gösteriyordu.

Ordu ve bürokrasinin vesayet gerekçesinde ise, öncelikle irtica ve bölücülük tehdidi öne çıkarılıyordu. Bu nedenle İslamcı partiler ve Kürt partileri defalarca kapatıldı. Ama yeniden açıldı.

Hem ulusalcılığın ve sınıf hareketlerinin zayıflaması hem de küresel düzeydeki gelişmeler, dini ve etnik kimliğe dayalı siyasallaşmayı artırdı. İmparatorluk bakiyesi olan Türkiye’de de doğal olarak İslamcı ve Kürt hareketlerine dayanan siyasal partiler etkili olmaya başladı. Daha önceleri taleplerini, merkez partiler içinde yer alarak dile getiren bu hareketler giderek güçlendi.

Önce koalisyon şeklinde de olsa, İslamcı siyasetçi Necmettin Erbakan, Başbakan oldu. Ama şeriatçı bazı söylem ve girişimleri sonucunda, devletin tepkisini çekti. Devlet ile hükümet arasında doku uyuşmazlığı kendini gösterdi.

Ardından daha güçlü bir dalga ile Erbakan’ın partisinden ayrılıp, AKP’yi kuran Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, seçim sisteminin yapısı gereği, tek başına iktidar olacak kadar seçmen desteği kazandı.

Kendisi yasaklı olduğu için parti genel başkanı ve başbakanlık koltuğuna Abdullah Gül oturmuştu. Ardından yeni bir düzenleme ile yasağı kaldırıldı ve bu koltukları arkadaşı Gül’den geri aldı.

İlk dönem iktidarında AKP’nin hükümet olduğu ama iktidar olamadığı yönündeki görüş çok yaygındı. Nitekim bazı girişimleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliyordu.

Yeni seçimler oldukça Erdoğan ve AKP, desteğini artırdı. Daha tecrübeli bir şekilde hareket edip, hükümet olmaktan iktidar olmaya doğru yol aldı. AB’ye tam üyelik hamlesi ve bazı reformlar ile yeni destek grupları kazandı. İslamcılara ek olarak, muhafazakârlar, liberaller, 2. Cumhuriyetçiler ve hatta bazı solcuların da katıldığı geniş bir koalisyon oluşturdu.

“Yetmez ama Evet” sloganı eşliğinde bu kesimlerin de desteğini alarak bazı Anayasal değişiklikler yaptı. Tabi ki, bunlara ek olarak İslami tarikatlar ile koalisyonlar kurdu ve onlar ile birlikte devlet kadrolarında ağırlığını artırdı.

Özellikle Gülen Örgütü’nü himaye ederek, Orduya, Mahkemelere, ÖSYM’ye ve diğer bürokratik kurumlara bunları yerleştirmeyi başardı. Sınav soruları çalarak, mülakatlarla kendine bağlı hakimler, savcılar, valiler, kaymakamlar, emniyet müdürlerinin sayısını ciddi oranda artırdı.

Böylece hükümetten iktidar olma evresine geçmiş oldu. İktidarı döneminde hem Hazine olanaklarını hem kadro dağıtma imkanlarından yararlanarak bürokrasiyi ele geçirdi. Ancak bu aşamada ortağı olan Gülen Cemaati ile anlaşmazlık yaşayarak çatışmaya girdi ve çok garip bir darbe girişiminden sonra Erdoğan, iktidarın tek ve mutlak sahibi oldu.

Gezi Olaylarından sonra da hem parti içindeki kadroları temizleyip, Başkanlık Sitemine de geçerek Tek Adama dönüştü hem de Ordu ve Mahkemelerin yanı sıra bürokrasinin her kademesine AKP yerleşti. MHP ile devleti belli ölçüde paylaştı.

Artık Ordu da, Mahkemeler de Emniyet Müdürleri ve Üniversiteler de AKP’li oldu. Yani Erdoğan bırakın iktidar olmayı devlet oldu. Bu yüzden çoklu kurumsal çöküş yaşandı.

Bunun sonucunu bir süredir her alanda görüyoruz. Hazinenin kararlarından Savcıların hamlelerine kadar hep bir Tek Adam devleti anlayışı ortaya çıktı. “Nas varken faiz de ne oluyor”dan, “Şu belediyeleri biraz silkeleyin” talimatından, “turpun büyüğüne kadar” artık, Erdoğan ve AKP, iktidarı aşan bir yapıya dönüştü.

Çünkü demokratik ve hukuk devletlerinde iktidarın sınırları vardır. Bu yaşanan sürece bakınca, denetlenemeyen ve sınırsız ve keyfi bir yönetim ortaya çıkmıştır.

Devlet AKP ya da AKP devlet olmuştur artık.