Uzunca bir süredir kadın cinayetleri ve çocuk istismarları ülkemizin önemli gündem maddeleri olma özelliğini korumaktadır. Son dönemlerde artan kadın cinayetleri vakalarının töre ve namustan ziyade, modernleşmeye karşı geleneğin tepkisi olduğunu daha önce de örnekleri ile yazmıştık.
Kadının özgürleşmesi, bireysel hareket etme eğilimi ve boşanma/ayrılma ya da hayatı ve tercihlerini yönlendirme isteği, istatistiklerde daha fazla öne çıkmaktadır.
Çocuk istismarları hep vardı ancak son zamanlarda mahkemeye ve medyaya konu olmaya başlayınca, 'çocuğun da rızası varmış' gibi savunmalar, adeta hafifletici sebep olarak meşru kılınmaya çalışılmaktadır.
Özellikle kadın cinayetlerinin yoğunlaşması sonrası ortaya çıkan İstanbul Sözleşmesi'nin fesih edilmesi ile bu alanda devam eden gelenek ile modernite geriliminde başka bir safhaya geçilmişti. Kadının bir birey/özne ve yurttaş olarak aynen erkek gibi haklara ve özgürlüklere sahip olmasını ön gören moderniteye karşı bir tepki olan kadına yönelik şiddet, böylece iktidar tarafından meşru kabul edilmeye başlanmıştı.
Pınar Gültekin cinayeti kamuoyunda haklı bir tepkiye yol açmıştı. Ancak bu cinayet hakkında verilen mahkeme kararı yine doğal olarak daha çok tepkiye neden oldu. Çünkü mahkeme cinayete, modern hukuk normlarından ziyade geleneksel hukuk anlayışı ile karar verdi.
Aynı durum, çocuk istismarları davalarında, çocuğun da rızası varmış gerekçesi için de geçerlidir. Çocuğun rızası diye bir gerekçe modern hukuk kuralları açısından nasıl kabul edilebilir ki… Devlet sadece çeşitli kurumlarda değil aile içinde de istismarı önlemek zorundadır. Hem de çocuğun rızası gibi ilkel bir gerekçeye sığınmadan.
Bir kadının öldürülmesi ve öldürülme şekli nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmeden mahkeme, daha sonra modern hukuk normlarından taviz vererek, ağır tahrik gibi bir gerekçeyi öne sürerek, cezayı bir hayli düşürmüştür.
Bir insanın öldürülmesini kısmen haklılaştıracak ağır tahrik ne olabilir ki? Bu soruya belli ki mahkeme, tahrik edenin kadın olduğunu dikkate alarak karar vermiş. Kadının tahrik eylemleri bir erkek tarafından yapıldığında da öldürme gerekçesi olabilir mi?
Kritik soru budur. Kadın cinayeti için tahrik indirimi sağlayan eylem ve tutumlar, erkek cinayeti için de indirime neden olabilir mi? İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme hamlesinin, yani iktidarın gelenek/modernite geriliminde net taraf seçmesinin sonuçlarının mahkemelere de yansımalarına tanık olmaktayız…