Açlık hızla yaklaşıyor

’“Milletin Efendisini Bitirdiler’” başlıklı yazıma çok sayıda yorum aldım. Özellikle tarımla uğraşanlar konuyu gündemde tutmamızı isterken, bazı okurlarımız da, konuya politik olarak yaklaşmayı tercih ettiler.’¶
Genel seçimlere göre tarım kesiminin hangi partilere oy verdiği, yıllara göre Türkiye’’nin üretim rakamlarını, Tarım kesiminin hangi dönemlerde milli gelirden daha fazla pay aldığını istatistik verilerine dayanarak doğru bir şekilde tartışmak mümkün. Ama ben insanlığın bu çok önemli probleminin günlük siyasetin malzemesi yapılması yerine, bilimsel kaynaklara dayanarak gündemde tutulması ve çözüm üretilmesine katkı vermek olarak alınması taraftarıyım ve böyle davranmaya devam edeceğim.
Bir an için nefes alacak hava, içecek bir yudum su ve doyacak kadar yiyecek bulamadığımızı düşünelim. Ne kadar korkunç değil mi?Üzerinde yaşadığımız bu küre’’nin imkanlarının sınırlı olduğunu onu korumamız gerektiğini ve bunu bir yaşam tarzı haline getirmemiz gerektiğini hep unuturuz.
Dünya nüfusu bu günkü hızıyla artmaya devam ederse, tarım alanları korunmaz ve geliştirilmezse, küresel ısınma bu şekilde devam ederse ve insanlar hala felaketin farkında değillerse, açlığın ve yokoluşun hızla yaklaşması kaçınılmazdır.
Küresel ısınma sebebiyle, 2025 yılından itibaren, tüm gelecekbilimcilere göre dünyamızda su kaynakları en önemli silah haline gelecek ve bu kaynaklara sahip olanlarla, olamayanlar arasında ölümcül savaşlar beklenmektedir!
Havasızlık, açlık ve susuzluk. Bunların olması, adı dünya olan bu gezegende hayatın son bulması, yok olması demek. Hükümetlerin, Siyasi Partilerin, Üniversitelerimizin ve Sivil Toplum Örgütlerinin dikkatlerini bu olaya çekmek hepimiz için bir insanlık görevidir.
Çin, Hindistan, Pakistan gibi yüksek nüfuslu ve gelişmekte olan ülkelerde gıda yetersizliği krizi şimdiden yaşanmaktadır. Bu gıda krizi ülkemizi de etkilemektedir.
Gıda yetersizliği krizinin sebeplerinden bazıları olarak şunlar gösteriliyor;
-Tarım alanlarının, sanayi sektörü tarafından saldırıya uğraması,
-İnsanoğlu’’nun kendisine armağan olarak verilen gelecek nesillerin emanetini hoyratça ve acımasızca kullanması,
-Toprağın veriminin azalması,
-Enerji talebindeki artışın, enerji fiyatlarını yükseltmesi ve gıda fiyatlarının da paralel olarak artması.
Dünya ölçeğinde yaşanan gıda krizi sebebiyle UNESCO , yaşayabilmek için tarım sektörünü geliştirmeliyiz diyor.
Bu tavsiyeden en çok yararlanması gereken ülke Türkiye’’dir. Bizde tarımın verimi zaten düşüktü. Uygulanan hatalı politikalarla daha da düştü. Avrupa Birliğinin baskıları sonucu, tarımdaki destek oranlarının ’“sıfır’” noktasına çekilmesi, tabii gübre yerine kimyevi maddeler kullanılması, bu maddelerinde dışa bağımlılıktan pahalı oluşu, akaryakıt fiyatlarının çok yükselmesi ve diğer etkenlerle beraber karlılık oranı düşünce, halk deyişiyle tarımla uğraşmak karın doyurmayıp üstelik yük haline gelince, tarımdaki nüfus başka alanlara kaydı.
1927 yılında aktif nüfusun %80’’i tarımda çalışıyordu. 1980’’li yıllarda %60’’a, günümüzde ise %30’’a inmiştir. İdeal olanı, tarımda makineleşmeyi ve modernizasyonu teşvik edip, planlı olarak tarımda çalışan nüfusun sanayi’’ye kaydırılmasıdır.
Tarımdan kaçan nüfusun sanayiye de gitmediğini şuradan görüyoruz;
İSO’’nun 500 sanayi kuruluşu verilerine göre 1993’’te bu 500 kuruluşta(kamu+özel) çalışan sayısı: 626.701 kişi idi. 2008 yılında ise bu rakam 543.857 kişi. 2009 ise daha küçük. Üstelik bu yıllardaki nüfus artışına rağmen!
Yani tarımdan para kazanmadıkları için bu sektörden kaçanlar hem işsiz sayısının artışına sebep oluyorlar, hem de tarımda üretim azalması yaşıyoruz.
AKP Hükümetinin tarıma bakışını belirlemek için iki örnek verelim;
2008 yılında Traktör satışları % 39 azaldı. Yine 2008 yılında gübre kullanımı %30 azaldı. Fındık ekimi %6’’dan daha az eğimli 3.sınıf tarım arazilerinde ve 750 metre rakım üstündeki yerlerde yasaklandı, Halbuki bu yerlerde fındıktan başka bir şey yetişmez. Fındık Karadeniz bölgesi için büyük bir şans ve istihdam kapısıdır. Karadeniz’’de hiçbir fabrika fındığın yerini tutmaz. Fındık sökülürse bu bölgede zaten sorun olan göç ve toprak erozyonu sorunları daha fazla yaşanır.
Tarım sektöründe 20-30 yıl önceki konumumuzda olsaydık, gıda krizinden olumsuz etkilenmez, aksine büyük faydalar sağlayabilirdik.
Tarım politikamızı gözden geçirip, köklü değişiklikler yapmalıyız. Dünya tahıl stoku, bilinen en düşük seviyesinde. İklim değişiklikleri sebebiyle krizlerin devam edeceği, hatta daha da derinleşeceği tahmin ediliyor.
Tarımdan geçimini sağlayan insanların bundan kopmaları çok zordur. Biz yanlış politikalarla zoru başardık. Şimdi ise daha zor olanı başarıp, her türlü özendirici tedbirleri alarak, insanımızı köyüne, toprağına döndürmek zorundayız.
Gıda yetersizliği krizinin sebepleri ve sonuçları ekonomi ile sınırlı değildir. Krizi önleyecek köye, toprağa dönüş ile sosyal boyutta elde edilecek kazanımlar, geleceğimizi teminat altına alacaktır. Elbetteki bir ülkenin sanayileşmeden kalkınması, insanına mutluluk vermesi mümkün değildir. Fakat tarımı ihmal etmeden, sürdürülebilir kalkınmayı ve bu arada tarıma dayaklı sanayi de mutlaka desteklemeliyiz.
Yazının başında da anlatmaya çalıştığım gibi bu bir politik yazı değildir. Açlığın, susuzluğun, havasızlığın politikası olur mu?Anlatmaya çalıştığım çocuklarımızın, torunlarımızın yani geleceğimizin yaşam sorunudur.
Ülkenin içinde bulunduğu bu sıkıntılı ve kritik dönemde bu yazı da nereden çıktı demeyin. Günlük sıkıntılara takılıp kalmayalım. Bu da geçer. Türklerin binlerce yıllık tarihinde 8 sene, okyanusta bir damla gibidir. Bu aziz millet neler, neler gördü. Bir bakmışsınız seçim olmuş, kimileri Yüce Divan’’da haram servetlerinin hesabını veriyor, kimileri Suudi babalarının yanına, kimileri Pensilvanya’’ya kaçmış, saklanıyorlar. Bu günler çok yakın.
Bizler bu gıda yetersizliği krizi konusunda duyarlı olalım, özellikle üniversitelerimizi ve siyasi partilerimizi bu konuda devamlı olarak uyaralım. Kamuoyunun dikkatini bu konu üstünde hep taze tutalım. Bu gelecek nesillere, bizlerin ödememiz mutlak olan borcumuzdur’…