2 Mark’ı daha olsaydı

Partilerin seçim gezileri başladı. Liderlerin konuşmalarını millet olarak izliyoruz ve değerlendirmelerde bulunuyoruz. Birikimi, eğitimi, görgüsü yeterli düzeyde olmayanlar, rakiplerine laf söylerken komik duruma düşüyorlar ve seçmen nezdinde itibar kaybediyorlar..
Eşbaşkan Erdoğan Cumartesi günü Bayburt'ta, Pazar günü de İstanbul'da, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu için iki eleştiride bulundu. Bunları söylerken ne duruma düştüğünün farkında bile değildi…
*Bayburt'ta; 'CHP Anayasa Mahkemesine başvurdu ve Bayburt 2 milletvekilliğinden 1 taneye düştü. Bu kaybınızın sebebi CHP'dir', dedi.
*İstanbul'da; 'Yeni CHP imiş, Kılıçdaroğlu kendi geçmişini inkar ediyor, insan geçmişini inkar eder mi?' dedi.
Her hangi bir köy kahvesine girip bu iki eleştiriye ne diyorsunuz diye sorsanız, alacağınız cevap aşağı yukarı aynı olur, inanmayan denesin;
'Peki, milletvekili sayısı artan şehirler ne olacak? Başbakan o şehirlere gidip, bu artışın sebebi CHP ve Kılıçdaroğlu'dur diyecek mi? Geçmişini inkara gelince, Milli Görüş gömleğini çıkardım, değiştim, geçmişle alakam yok diyen kimdi?..'
Siyasette şans ve tesadüf çok önemli iki faktördür. Bazıları şansları ve tesadüfler sayesinde çok çabuk yükselirler. Hak etmedikleri makamlara gelirler. Fakat bu yerlere kolayca geldikleri için, düşüşleri de feci olur. Bu yüzden özellikle siyasetçiler 'ne oldum' değil , 'ne olacağım' demeyi bilmelidirler..
İstanbul'dan dostum E.Erdoğan(Başbakan Erdoğan ile akrabalığı yok, sadece isim benzerliği) bir fıkra gönderdi. İzninizle sizlerle paylaşmak isterim;
'Yer, Hitler Almanyası, Yahudilere soykırım, işkence henüz başlamamış. Alman Yahudi'si olan bir adam geneleve gider. Kadınlardan birini beğenir ve beraber olmak için kaç mark istediğini sorar, kadın 25 Mark ister. Adam, ama benim 18 mark'ım var der. Kadın kabul etmez. Diğer bayana sorar 22 Mark cevabını alır, adam yine benim sadece 18 mark'ım var der, kadın kabul etmez. Sırada zenci bir bayan vardır. Adam ücret sorar, kadın 20 mark ister, adam yine sadece 18 mark'ı olduğunu söyler, kadın kabul etmez. Adam tam evden çıkarken, evi işleten bayan adama seslenir; Eğer istersen 18 mark'a seninle beraber olurum, der. Adam kabul eder ve beraber olurlar. Bir müddet sonra Yahudilere soykırım ve işkenceler başlayınca adam Almanya'yı terk eder ve Türkiye'ye kaçar. Aradan 18 yıl geçer, adam Almanya'ya gelir ve merak edip o genelevi ziyaret etmek ister. Gittiğinde evin yerli yerinde durduğunu görür, içeri girer beraber olduğu kadın da oradadır, adam heyecanla sorar; Beni tanıdınız mı? Kadın; Nasıl tanımam, sizinle beraber olduk, hamile kaldım, şimdi 18 yaşında bir oğlumuz var, der ve içeri seslenir; Hans gel bak, bu adam senin hep merak ettiğin baban, der. Çocuk babasına bakar, onun Yahudi olduğunu anlar ve; Ben saf kan bir Almanım, Yahudi baba istemiyorum, der…
Adam delikanlıya bakar ve şunu söyler; A veled, şimdi beni beğenmiyorsun ama, eğer o gün cebimde iki mark daha param olsaydı, sen şimdi zenciydin !..
Bu fıkra ile ilgili değil ama şans ve tesadüfün çok önemli rol oynadığı bir başka olayı da anlatalım;
Anayasa Mahkemesi, AKP'yi 'Laiklik karşıtı eylemlerin odağı' olduğu için suçlu buldu. 11 üyeden oluşan Yüce Mahkemenin 10 Üyesi 'Suçlu' derken, tesadüfen Başkan olan Haşim Kılıç suçsuz buldu.
Yüce Mahkeme bu karar üzerine AKP'nin kapatılıp kapatılmayacağını tartıştı.
6 Üye AKP kapasın dedi, 4 Üye para cezası verilsin dedi, 1 üye Başkan Kılıç para cezası dahi verilmesin dedi. Bir partinin kapanması için 7 oy gerektiğinden, 6 üyenin dediği değil, 4 üyenin dediği oldu.
Bir üye daha AKP'nin kapanması yönünde oy kullansaydı, bugün ne AKP kalmıştı ne de Erdoğan. Yani hepsi zenci olmuştu!...
İşte şans ve tesadüf bir kişinin, bir ülkenin kaderinde bazen bu kadar önemli roller oynayabiliyor.
Fakat asla unutulmaması gereken bir gerçek de şudur; Kimse devamlı olarak şanslı olamaz, gün gelir şansınız döner, tesadüfler ise aleyhinize çalışır.
Ters gitmeye başladı mı adamın işi, muhallebi yerken kırılır dişi…
Eşbaşkan Erdoğan'ın son günlerdeki tavrına bakınca çok sinirli ve endişeli olduğunu görüyorum. Erdoğan, freni patlayan ve rampa aşağı giden bir araç gibi hızla iniyor. Fransa Cumhurbaşkanına bağırıyor, 10 bin kişiyi bir salona toplayıp Alman Şansölyesine gözdağı veriyor, Avrupa Birliğine kafa, İsrail'e tekme atıyor. Türkiye'de ki kurumların en önemlileri ve muhalefet partilerinin tamamı ile kavgalı ve küs. Nato'nun Libya'da ne işi var, izin vermem diyor, haftasına Nato, Libya'da komutayı eline alsın diye bağırıyor. Hakkını arayan 1.700.000 bin gence sinirleniyor, iş alemini tehdit ediyor, medya mensuplarını azarlıyor, İstanbul Belediyesinden şoförü dahil onlarca arkadaşını milletvekili yapıyor, kariyer sahibi AKP'lileri meclis dışında bırakıyor!..
Doktor, ölüm döşeğindeki hastayı muayene ediyor, bakıyor ki adam gidici. Hastanın eşi de ısrarla 'Doktor Bey, eşime ne yedireyim, yemeklerden hangisi zararlıdır' diye soruyor. Doktor bir hastaya bir de hanımına bakıyor ve diyor ki; ' Hanım, hanım bu saatten sonra ne yerse yesin, bu baş bu yastıktan kalkmaz.'
Demokratik ülkelerde seçim kaybetmek dünyanın sonu değildir. Seçimle gelen seçimle gidecektir. Kimse vazgeçilmez değildir. Her iktidar geldiği gibi gidecektir ve mutlaka ama mutlaka hesap verecektir. Herkes buna kendini alıştırırsa iyi eder. Vücut, ruh ve akıl sağlıklarını da korumuş olurlar…