Malumunuz olduğu üzere araştırma sektörünün yoğun çalıştığı bir dönemdeyiz. Hal böyle olunca da yazıları düzenli bir periyoda oturmak çok mümkün olmuyor.
'Fırsat buldukça kalem oynatıyoruz' diyebilirim.
*
16 Nisan'a doğru süreci her yönüyle okumaya çalışıyoruz. Son yıllardaki pek çok seçimden alışık olduğumuz üzere AK Parti 16 Nisan stratejisini ekonomik, siyasi istikrarın yanı sıra iç ve dış düşman algısına bağlamış görünüyor. Dahası bağlamaya çalışıyor.
Hürriyet'in 'eksik attığı' bir iç sayfa başlığı üzerinden bilindik/tanıdık 'iç mihrak' Aydın Doğan geçtiğimiz günlerde yeniden tedavüle sürüldü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve destekçileri çok ağır konuştular, yazdılar Doğan medyası için…
Gezi sürecinden sonra Erdoğan'ın birkaç seçim idare ettiği, ihtiyaca binaen ara sıra değerlendirdiği 'kadrolu iç mihrak' Aydın Doğan'a yönelik tazyik bu kez eskiden olduğu kadar ses getirmedi. Bunda Doğan Grubu'nun editöryal 'hatasını' kabullenip, 'Ben ettim sen etme' kabilinden hamlesi ve de gazetenin genel yayın yönetmenini görevden almaya kadar işi götürmesi kadar Doğan Grubu'nun15 Temmuz gecesi ortaya koyduğu ve aslında Erdoğan tarafından da takdir edilen duruşun etkisi büyüktü.
Anlaşıldı ki partili seçmeni bloke etmek için Aydın Doğan artık çok da doğru bir seçenek değil.
Anında tedavülden kaldırıldı. Aslında darbe sonrası yaptığımız bir araştırmada AK Parti tabanının Doğan Grubu'na bakışındaki değişimi biz İzmir'den de saptamıştık.
Neyse…
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve de AK Parti'nin şu anki en büyük sınavı rakipleri değil. Kendi seçmenlerini bloke etmek ve de teşkilatı motive etmekte zorlanıyorlar bence...
Yani içerideki çatlağı onarmaya çalışıyorlar. Bazıları farklı taraflara çekse de Ege Tv'deki bir konuşmasında Başkan Aziz Kocaoğlu'nun yaptığı saptama son derece yerindeydi.
'1 Kasım'da AK Parti'ye oy verenler 'evet' verirse referandumdan evet çıkar' demişti Aziz Başkan.
Aslında sürecin en temel matematiği buydu.
23,5 milyon oy ve yüzde 49,5 oran…
Üzerine Bahçeli'nin etkilediği MHP'lileri eklerseniz 16 Nisan'a dair çalışmaya bile gerek kalmazdı.
Sonuçta yüzde 51'i bulmak hatta 50'yi geçmektir mesele…
Ama siyasetin matematiği öyle değil. Bunu da en iyi Erdoğan biliyor.
Zaten Kocaoğlu da şartlı bir cümle kurmuştu. 1 Kasım'da AK Parti'ye oy verenler evet verirse…
Bugün görüyoruz ki çok defa altını çizdiğim gibi 16 Nisan'ı okurken 1 Kasım'ı değil 7 Haziran'ı baz almak gerekiyor. Sistem değişikliğinin merkezde olduğu seçim 7 Haziran'dı çünkü…
1 Kasım ekonomik-siyasi istikrar ve de terör tehlikesinin gölgesinde yapılmıştı.
Araştırmalara yansıyan ve de geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ın da altını çizdiği kararsız kesimi ikna için tüm çabalar! Kararlıları kararlarından vazgeçirmek bugünün kutuplaşma ikliminde çok da mümkün görünmüyor. Kararsızlar da yarınlara dair endişelerinin, korkularının yahut yaratılan iç ve dış mihrak algısının etkisiyle bir karara varacak.
Peki, AK Parti ve evet cephesi bu kez neden zorlanıyor? Belki bu soruya İzmir boyutuyla yanıt vermem daha doğru olabilir. Ancak genel anlamda 16 Nisan'ı önceki seçimlerden farklı kılan çok sebep var.
Öncelikle belirli bir kesimin her türlü propagandaya kapalı olduğunu söyleyerek başlamalıyım.
Yani hem evet hem de hayır cephesinde sağlam, yıkılmaz bloklar var.
Kararsız kesimi etkilemek için ortaya atılan iç ve dış mihraklar öncekiler kadar pirim yapmıyor.
Belki de Almanya tıpkı Aydın Doğan gibi yanlış bir seçimdi.
Türk seçmeni için 'dış mihraklar' bellidir.
ABD'den başlayarak İsrail, bir parça AB… Yakın tarih baz alınırsa Yunanistan, Ermenistan, İngiltere… Biraz daha geriye gidilirse Rusya! Daha da geriye giderseniz Türkler açısından dış mihrak tanımında İran'ı, Pers'i hatta Çin'i bile bulursunuz.
Ama Almanya bunlardan biri değildir.
Çünkü Türk halkının gönlünde/gözünde Almanya hiçbir zaman İsrail olmamıştır. Aksine Almanya 1. Dünya savaşında kader birliği edilen bir ülkedir. Yenildiği için yenik sayılmamızın hüznünü yaşasak da 60-70'li yıllardan itibaren milyonlarca Türk'e iş, aş vererek gizli bir minnet duygusunun sebebi olmuştur.
Hatırlarsanız yakın geçmişte Erdoğan, Ermeni tasarısı üzerinden Fransa'ya yüklenmişti.
Sömürgeci Fransa'ya karşı söylenen sözler Almanya'dan daha fazla ses/oy getirmişti diyebiliriz. Çünkü Fransa 1. Dünya savaşında kazanan devletler arasındaydı ve vatan topraklarının bir bölümünde işgal gücü olarak Türk kanı dökmüştü. Hatay'ı işgal etmişti. Onun da ötesinde Fransa başta Cezayir olmak üzere eski Osmanlı topraklarının bir bölümünde zulmün diğer adıydı.
Tabi ki Alman devletinin Türk bakanlara konuşma, miting izni vermemiş olmasını onaylamak/onaylamam mümkün değil. Bu durum karşısında Cumhurbaşkanının söz söyleme hakkı tabi ki var. Söylemeye çalıştığım şey Almanya'dan Türk seçmeni bloke edecek bir dış mihrak profili çıkarmanın zorluğudur.
Ama ne yaparsınız 2014'ten itibaren 3 yılda 5.kez sandık başına gitmeye hazırlanan bir seçmeni sürece motive etmek kolay değil.
Üstüne ortaya konulan sisteme dair giderilememiş soru işaretleri var.
Sistemin değil rejimin hedeflendiğine dair endişe belirli bir kesimde hakim… Ve bu endişeyi kırmak hiç de kolay değil!
Tek adam meselesinden kaynaklı endişe 'Ben faniyim' ya da 'Erdoğan için değil her doğan için' ifadeleriyle bertaraf edilmeye çalışılıyor.
Ancak bu kez de 'Erdoğan dışında biri bu yetkileri kullanırsa ne olur' gibi bir soru üzerinden iç sancı başlıyor. Birileri başkan olarak Erdoğan'ı görmek istemeyebilir. Ama birileri de başkan olarak sadece Erdoğan'ı görmek istiyor. Bırakın alternatif bir ismi telaffuz etmeyi başka bir isme yönelik en küçük bir tahammülleri yok!
'Evet cephesi'nin istedikleri ivmeyi hala yakalayamamalarının bir sebebi de hayırcıların süreci 'Evetçilerin istediği gibi' yönetmiyor olmaları…
Bir boks maçına benzetirsek; Evetçi boksörün yumruğu sıkılı… Tüm gücünü kullanıyor. Sağa sola yumruk sallıyor. Ama rakip aynı oranda vurmuyor. Kaçıyor… Bazen de sarılarak yumruklardan korunuyor. Haliyle bu görüntü tribünlere seyir zevki vermediği için taraftar ateşlenemiyor.
*
Sonuç mu?
Tabi ki bugün için tarihi oylamaya neredeyse 40 gün var. Çok uzun bir süre… Bugünden bir şey söylemek mümkün değil… Hatta bugün için bile söylenenlerin çoğu sağlıklı değil. Bence şu anda ne evet ne de hayır cephesi yüzde 50'yi görmüş değil… Yüzde 40'ların üzerinde başa baş bir mücadele söz konusu… Kimin kime şah çekip kimin kimi mat edeceğini izleyip göreceğiz.