Bu Yazı Tamamlanamaz!
’“Fi’”li Bir Tarihi Anlatır!
’“İbrahim Peygamber gibi, kucağına fırlatıldıkları ateş denizini,
hem kendileri, hem de gelecek nesiller için, bir gül bahçesine
çevirebilenler pek nadir’…’”.
(Cemil MERİÇ- Jurnal)
’“İbrahim Peygamber gibi, kucağına fırlatıldıkları ateş denizini,
hem kendileri, hem de gelecek nesiller için, bir gül bahçesine
çevirebilenler pek nadir’…’”.
(Cemil MERİÇ- Jurnal)
Hep tebessüm, hep tebessüm. Acılar da çekilse üzerine, yine de hep tebessüm... Mahza; mahzun ve mahkûm... Fakat yine de her zaman ümitvar! Anlatılacak olan bir neslin serencamı, ya da sosyal bir hareketin mahkûk hikayesidir’…
Kelimeleştirilemeyenler!
Şimdilerde tedavülden kalkmak üzere olan emsalsiz bir aşkın yani mefkûrenin mahkîi de diyebiliriz. Rüsûh edebilmek elbette çok zor olacaktır. Hangi iştiyak ve hangi tecessüs bizi bu yola sevk etmiş olursa olsun, katî olan şudur: Kim tarafından yazılırsa yazılsın, kim tarafından anlatılırsa anlatılsın, bu hikaye, hiçbir zaman tamamlanamayacak. Çünkü yaşananların hususiyeti ne tür vasıtalar kullanılmaya çalışılırsa çalışılsın his ve düşünce dünyasında bile manendini bir daha imkansız kılıyor.
Devir zulüm devridir. Fikri ve siyasi huveynatın sızmadığı mekan, örselemediği bünye yok gibidir. Rical-i Devletten ziyalılarımıza, kahvehanemizden üniversitemize, şehrimizden köyümüze kadar bütün içtimaî bünyemiz sirayet edecek olan hastalığa çaresizce aguşunu açıp beklemektedir.
Hin-i hacet!
Batı yine göstermiştir gizlediği korkunç yüzünü. Hangi yönden eserse essin, bu boran tamiri güç tedavisi imkansız yaralar açacaktır.
İsterseniz geride bıraktığımız asrın bu en karmaşık, en teezzin bölümüne devrin tozlu sayfalarını karıştırarak, zaman ve mekanın muvakkat halini hatıra istinadında sabit kılıp, o günlere bir göz atalım:
Nihayetinde yollar aşınmayacaktır!
Taarruz edilen bir memleketin sadece toprakları değildir. Bütün yapısı ve mevcudatıyla bir milletin kendisidir. Fikir ve siyaset sahnesinde cereyan eden hadiselerin yegane gayesi; nizamı zaafa uğratarak değiştirmektir. Uğruna her ananın şehit anası, her bedenin yetim kalmaya namzet olduğu mukaddesatımızın örselendiği yıllardır yaşanan... Önce zararsız görünür kardeş kavgaları, üniversite eylemleri, zavallı mabeynimiz tarafından.
Millet ise mazlumdur, mecruhtur, kendine bir tevhid-i kıble arar durur. Öz evlatları gaddarca saldırır bakir bedenine. Mukavemet etmek şarttır, artık dayanılmaz acılar kaplamıştır her yanı...
Ahd-ü peyman ettiler!...
Kocaman bir medeniyetin yetim çocukları... Daha henüz ferdiyetçiliğin kendini tam olarak ortaya koyamadığı, insanlarımızın hala ’“biz’” diyebildiği- ki o devirde muarızları bile ’“biz’” meselesine dayanmaktaydı- bir zamanda; güllere uzanan elleriyle, güllerle dolan gönülleriyle daha söylenecek çok şey olduğunu haykırdı!
Beyt-ül’’mal’’ın bu emsalsiz ve paha biçilmez parçası, yani gençliği, yani her şeyi; mekanın kan renkli boyasına aldırmadan, alafranga fikriyata ve ictihata karşı akdem ve akdes olan ne varsa akifi oldu!
Seneler... seneler... seneler... Bir yanda çağın yeni yeni lemeat eden nazlı ve çekici yüzü, bütün mukaddesleri tali plana atarak ilerlerken, diğer yanda da devrin değeri çok sonra anlaşılacak olan kahramanlarını yokluklarla, kanla ve imkansızlıklarla sarıyordu. Parmaklardan tutun da saç tellerine kadar uzanacak olan bir zulmün dibacesi de diyebiliriz bu günlere. Büyük sevdalar bu zorluklarla girdi gönüllere. Verilen her can yeni doğumların muştusunu getirdi.
Umumiyetle her kesin hayatında ’“en güzel yıllarım’” diyebildiği gençlik yılları; kahramanlarımızın omuzlarında ya acıdan bir madalya ya da darağaçlarında bir sehpa... Ölümün soğuk yüzünü hiç görmeyen, hayatı ise, bir ocak alevi sıcaklığında yaşayan bu gençlik belki de ömrünün hiçbir devrinde bir daha yaşayamayacağı gençlik aşklarını bile ölümle mübadele etmek zorunda kalıyordu.
Büyük Cihad!
Müverrihler kaydını düşmeseler de, tam manası ile insanlığın kendisi ile olan hesaplaşmasını Anadolu yaylasına taşıyan bu savaşın akıbeti er ya da geç bütün insanlığın seyrini değiştirecekti.
Acı beyaz da olsa, acıdır yine!
Zaman acıyla geçiyordu. İhtilaller ve muhtıralar devri... Zindanların Yusufları, darağaçlarının İbrahimleri bağrına bastığı vakitler... Takvim yapraklarının 70’’leri gösterdiği, duvarlarda kana, yüreklerde sızıya tevafuk ettiğimiz yıllar...
Hangi zaviyeden bakarsak bakalım, mukatele yılları milletin tarihinin en zor ve en kötü zamanını işaret eder. Karanlık dehlizlerde ışığı arayanların vuruşması! Işığı avuçlarında tutanları niçin astınız; vurdunuz? Bu sorunun cevabını asla veremeyecek olanlar her daim mahkûm olacak olanlardır!
Atılıp bir daha dönmeyen kahramanlar!
Dinlediğimiz zaman her birimizi dertten derde koyan en hüzünlü şarkılar bile mahpushane yıllarında kahramanlarımızın gönül sızıları ve kırgınlıkları kadar sizi etkisi altına alamaz. Kimse onlar kadar kalın duvarlı, ışıksız ve çile kokan zindanları iyi tanıyamaz. İnsanlık tarihinin tasavvuru en zor aşk öyküsünü kimine göre masallaştıran kimine göre de destanlaştıran bu nesil, mükafatını hiç beklememiştir.
Gülle dolu gönüllerin, güllere uzanan ellerin top yekûn insanlığa hayatları pahasına verdikler en büyük hediye, dudaklarından hiçbir zaman eksik olmayan tebessümleri olacaktı’…
Birçoğumuz gibi ben de, kahramanlarımızın bazılarını tanıma fırsatını buldum. Bazılarını da kitaplardan okudum. Hepsinin de gözlerinde takılıp kalmışımdır. Hiç ağlamamış, siyah, ela, kahverengi, yeşil ve mavi gözler... Ama hepsi de binlerce hüznü kirpik uçlarından bırakmayacak kadar kuvvetli gözler... Kim bilir, bu gözlerde göremediğim daha neler saklı?
Şimdi mi?Üzerinden hayli yıl akıp geçmiştir. Hayal meyal hatırlanan bir geçmiş... Onların üzerine yazılacak çok şey olduğu aşikardır fakat hikayelerinin kimler tarafından okunacağı bir meçhulden ibaret!
SÖZLÜK
Mahza: Ancak
Mahkuk: Sert biz zemine kazıyarak yazılan yazı hikaye
Mahkii: Hikaye edilmiş
Rusuh: Derinlemesine inmek
İştiyak: Çok istemek
Tecessüs: İç yüzünüğ öğrenmek için yapılan araştırma- merak isteği
Huveynat: Çok Kücük hayvancık-mikrop
Hin-i Hacet: Zor durum
Teezzin: İnciten-Hüzün veren
Muvakkat: Geçici- değişken
Mabeyn: Padişahların devlet işlerini gördükleri daire, mabeyn-i hümayun
Mecruh: Yaralı
Ahd-ü peyman: Büyük Yemin
Beyt-ül’’mal: Devlet hazinesi
Akdem: Önceliği olan
Akdes: Mukaddes olan
Lemeat: Parıldayan
Dibace: Giriş, sunuş-ön sunum
Mübadele: Takas, değiştirme
Müverrih: Tarihçi, vakai nüvis-olayları kayıt altına alan
Tevafuk: Raslantı
Mukatele: Karşılıklı adam öldürme- içsavaş- kavramı Ziya Gökalp türetmiştir.