1 Mayıs 'İşçi ve Emekçiler Bayramı', işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günüdür. Türkiye'de ilk defa 1923'de resmi olarak kutlanmıştır. 1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonları liderliğinde işçiler günde 12 saat haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle işi bıraktılar. Şikago'da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil'de 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi birlikte yürüdü.O dönemde Luizvil'deki parklar, siyahlara kapalıydı. Bu gösteriler 1 Mayıs'ı izleyen günlerde tüm hareketi ile devam etti ve 4 Mayıs'ta kanlı Haymarket Olayı'na yol açtı. 1980'a kadar mücadele devam etti ve 8 saatlik işgücü birçok ülkede kabul edildi. 1 Mayıs kutlamalarının aslında neden yapıldığını anlamak için bu küçük açıklama aslında benim konuya giriş yaparken, geçmişi biraz hatırlamam için de bir vesile oldu galiba… Bütün emekçilerin günlerini sevgiyle kutluyorum.
Yıllar boyunca nedendir bilinmez bu bayrama karşı kendimi hiç ama hiç yakın hissetmemişimdir. Kayınvalide'min çok güzel bir sözü vardır: 'Bu adamları ben hiç anlamıyorum, hem şikayet ediyorlar, hem de bunu kutluyorlar' derdi. Ben de büyük bir ihtimalle hem bu sözlerden etkilenmiş olmam gerekiyor ki, özellikle mağdur bulduğum bu kişilere karşı, kendimi sorumlu tutsam da düşüncelerim hep 'nötr' olmuştur. Yada tarafsız… Bu düşüncelerimi etkileyen geçmişte hatırladığım bazı olumsuz olaylarda vardır. İşçiler sokaklara dökülmüş eylem yaparlarken, Sendika Başkanları'nın Mercedes'leri yada daha lüks arabaları ile toplantılara geldiklerini ama hiçbir eylemde bulunmadıklarını görmüşümdür. Hatta emin değilim ama bir dönem Bayram Meral'in- Türkiye Yol İş Sendikası, ve Türk-İş Genel Başkanlığı yapan birisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdiği halde, hiçbir şeyler yapmadığını hissetmişimdir. Peki o zaman demiştim, bu adamlar o zaman bütün bu mücadeleleri kimler için yapıyorlar?
Bu sorumun cevabının kocaman bir 'sıfır' olduğunu düşünüyorum. Tarih aslında bu ve benzeri kişileri gelecekte çok açık yazacaktır. Çünkü tarihte insanlar ikiye ayrılırlar 'iz' bırakanlar ve 'is' bırakanlar diye. İşte bu ve benzeri nedenlerden dolayı, bir türlü işçi hakları ile uğraşanlara karşı kendimi yakın hissetmemişimdir. Ta ki, yine yıllardır çeşitli eğitimlerim nedeniyle 'mavi yakalılar' ile daha çok birlikte oluncaya kadar. Farklı işletmelerde eğitim verirken, çok ilginçtir ki, bu insanların neler hissettiklerini daha iyi anlamaya başladım. Onları daha çok sevdim, onları daha üretken yapabilmenin sırlarını kendi ağızlarından öğrendim.
Örneğin bir gün, isim vermeyeyim bir mavi yakalı kendi iş verenini şöyle eleştiriyordu: 'yıl sonunda bir piknik düzenlendi işletmede, hepimiz mangalların başındayız, koşuyoruz, yiyoruz ama bir yandan da patrona bakıyoruz' demişti. Çünkü bütün gün çalışanlarının yanlarına bile gelmeyen işveren, kimseyle tokalaşmamıştı. Onların 'hatırını bile' sormamıştı.
O gün benim de hayatımda çok ciddi bir dönüm noktası yaşamıştım. Bir işletme sahibi nasıl olurda, o fabrikanın aslında en 'değerli varlığı' olan çalışanlarına yeterince değer vermiyordu. Bu ne paraydı, ne de kariyer. Sadece 'ilgi ve karşı tarafa değerli' olduğunu hissettirmekti.
Örnekleri çoğaltmak istemiyorum çünkü bu yazıyı yazarken aslında aklımda çok daha başka bir konu vardı sizlerle bunu paylaşmak istiyorum. Çünkü şimdiye kadar yaşamadığım bir olayla karşılaştım bugün, bir işletmenin istedikten sonra kendi çalışanına 'ne ölçüde değer verebileceğini' görmüş oldum. Yabancı firmalarda yaptığım çalışmalar sırasında bazı şikayetler duysam bile bütün personellerine çok yakın davrandıklarını biliyor ve tanık oluyordum. Bazı Türk firmalarında da üst yönetim nedeniyle çalışanlara hak ve hukukları doğrultusunda pek çok çalışmalar yapıldığına da görmüştüm. Hatta inanmayacaksınız ama şu anda İnci Holding Yönetim Kurulu Başkanı sevgili Neşe Gök'ün, İnsan Kaynakları Derneği'nin bir toplantısına katılarak çok mütevazi bir şekilde herkesle oturup, eğitim aldığını ve sohbetlere katıldığını görmüştüm. Ama bugün Türk Tuborg'da yaşadığım bu müthiş çalışmanın herkese örnek olmasını diliyorum.
Birkaç hafta önce Türk Tuborg'undan beni çağırdılar, heyecan içinde koşarak gittim. İnsan kaynakları yöneticileri toplanmışlar, yanlarında çalışan mavi yakalı çalışanlarının bazılarının çocuklarının üniversiteye gireceklerini ancak bu konuda nasıl bir yönlendirmede bulunacakları konusunda kararsız kaldıklarını belirterek, acaba benim bu çocuklara ve ailelerine'koçluk' yapıp- yapmayacağımı soruyorlardı? Nasıl yani demiştim içimden? Bir işletme mavi yakalı çalışanlarına inanılmayacak iş baskısı yaparken, diğer yandan bir başka işletme bu kişilerin çocuklarına ve eşlerine yeni imkanlar sunmaya çalışıyordu. Eşler dedim 'evet' yanlış duymadınız. Bu işletme çalışanlarının hem çocuklarına ve eşlerine tüm gün boyunca, hem onlara 'değerli' olduklarına hatırlatacak, hem de çocuklarının eğitimleri ile ilgili ciddi bir dayanışma sürdürecekti ebeveynler ile...
Bu ilk defa başıma gelen bir durumdu, ilk önce çalışanların çocuklarına mektuplar yazdık, onlar bize hayallerini ve hedeflerini anlatan bilgiler verdiler. Ve bugün tüm gün bu kişiler ile beraber olduk. Çok güzel, lüks bir otelde, tüm gün mavi yakalılara- eşlerine ve çocuklarına bir eğitim verdim. Bugünün 1 Mayıs olması şüphesiz belki tesadüf oldu ama İnsan Kaynakları Müdürü Gamze Hanım çıkıp, Türk Tuborg Ailesinin bireyleri olarak 'sizleri kutluyorum' derken, bütün çalışanların ve orada bulunan kişilerin gözlerindeki gurur ve sevgiyi görmek beni daha çok mutlandırdı.
Sonuç olarak ne söyleyebilirim biliyor musunuz? Biz aslında işletmelerde en değerli olan kişilerin kimler olduklarını hep atlıyoruz peki bu kişiler kimlerden oluşur? Tabi ki, 'mavi yakalılar'dan… İşin patronları aslında onlardır. Onlar olmadan sizin amaçlarınıza ulaşmanız mümkün değildir. Bu nedenle yapılacak bütün yatırımların başında bu çalışanlara verilen eğitimler, primler, en büyük ödül olacaktır.
Tebrikler Türk TUBORG, muhteşem bir çalışma örneği gösterdiniz..Umarım sizi model alacak başka işletmeler çıkar..