AKP, 2007 Genel Seçim kampanyasında bu sloganı devamlı olarak kullandı. Özellikle Eşbaşkan Erdoğan, her gittiği ilde yaptığı konuşmasının sonunda bu sloganı kullandı. 'Sen İzmir'sin, sen Antalya'sın büyük düşün' gibi…
2011 yılına geldiğimizde insanlar, ufak ufak düşünmeye başladılar;
*AKP İktidara geldiğinde, Benzin 1.46 TL idi, şimdilik 4.20 yi buldu. Artış %152 oldu.
*AKP İktidara geldiğinde, Büyük Mutfak Tüpü 14 TL iken, bugün 55TL oldu. Artış %293 oldu.
*2002 yılında en düşük memur maaşı ile 30 Çeyrek Altın alınırken, bugün 13 Çeyrek Altın alınabiliyor. 17 Çeyrek Altın tutarında fakirleştik.
*2002 yılında Türkiye'de 300 Bin Yeşil Kart sahibi vardı. Bugün 9 Milyon Yeşil Kartlı var. Artış % 3000.
*AKP döneminde, 8 yılda 219,5 Milyar Dolar Cari Açık verildi.
İnsanlar düşündükçe, durumlarının feci halini görmeye başladılar. Sanki Türkiye'ye büyü yapılmıştı ve şimdi insanlar yavaş yavaş uyanmaya başlamışlardı.
Bu uyanış, Eşbaşkan Erdoğan'ı çok rahatsız etti. Ya insanlar tamamen uyanır da oylarını vermezlerse!. Hemen cemaatin ve bazı tarikatların teorisyenleriyle bir araya geldiler. Bu tehlikeli gidişe birilerinin dur demeleri şarttı. Çünkü artık narkoz ve büyü para etmiyordu, tek çare devlet gücünü kullanarak insanları korkutmaktı. Cemaatin elemanları işi devraldılar ve adına Ergenekon Terör Örgütü dedikleri, Amerikalı istihbarat uzmanlarıyla birlikte hazırladıkları büyük çuvalı tekrar piyasaya sürdüler;
Adam Televizyon sahibi ve muhalif mi, atın çuvala. Adam Gazete sahibi ve muhalif mi salla çuvala, adam Profesör Bilim adamı ve muhalif mi koyun çuvala. Adam terörle mücadele etmiş bebek katilini yakalamış getirmiş ve Eşbaşkan'a karşı mı, tıkın onu da çuvala. Ağzını açanı, kitap yazanı, yan bakanı doldurdular çuvala…
Bu arada hapse atılan kişi soruyor; 'Benim suçum ne? Hangi delillere dayanarak beni tutukluyorsunuz?.' Cevap; Deliller gizli, söyleyemeyiz!...
Yavaş yavaş; Yazmak, konuşmak, televizyon ve gazetelerde AKP'ye karşı görüş bildirmek suç haline gelmişti. İnsanlar korkmuşlar, sinmişler ve gözlerinin önünde başkalarına yapılan haksızlıklara ses çıkaramaz durumundaydılar. Basın çifte sansür altındaydı. Ya terör örgütü üyesi olmaktan hapse, ya da vergi cezası yoluyla iflas. Artık her yer sessiz, herkes dilsiz olmuştu.
Türkiye'de PKK Terör örgütü üyeleri ve destekçileri dışında kimse konuşamıyordu. Onlar ise Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türklüğün, ülke bütünlüğünün dibine, ne kadar patlayıcı varsa dolduruyorlar ve bağırıyorlardı…Hatta bunlardan biri AKP Hükümetine şöyle seslenmişti; 'Meşe ağacının dalı nerenize battı, sayın hükümet?'.
Güçlü Eşbaşkan, kendisine meşe ağacının dalını batıran ve 'ha..ir' çeken bu çakallara hiçbir zaman yanıt veremedi.
Bu arada, Ahmet Şık isimli gazeteci de aynı çuvala atılmıştı. Ahmet Şık'ın henüz yazmayı düşündüğü, taslak olarak hazırladığı fakat basımına karar vermediği 'olmayan kitabı da' polis tarafından 'terör örgütü dokümanı' olarak kabul edildi ve görüldüğü yerde yok edildi…
Eşbaşkan mutlu ve huzurluydu. Artık insanlar konuşmadıkları, yazmadıkları gibi düşünmeye de korkuyorlardı.
Bu huzurla hemen hastaneye koşturdu ve İbrahim Tatlıses'in Milletvekilliği adaylık müracaatını elden aldı. Darbukacı Balık Ayhan'dan sonra İbo'yu da AKP'nin beyin takımına katmıştı. Bir de Kiboş'un okuma yazması olsaydı kadro tamam olacaktı ama, varsın olsun daha zaman vardı, ya Kiboş'a bir ilkokul diploması alınacak ya da başka bir star daha bulunacaktı. Zaten Partide o ne derse oydu, kim ona karışacaktı ki? Tüm milletvekillerini kendi seçecek ve itiraz edecek birini listeye almayacaktı.
Yazıyı tamamlarken ziyaretime, Atatürk dendiğinde gözlerinin içi parlayan İlahiyat Profesörü bir dostum geldi. Yazıyı ona okudum ve yorumunu sordum. Bana şunları söyledi;
'Bunların sonu ibretlik olacak!. Kim, Türk Milletinin kendisine verdiği yetkiyle, kendi milletine zulmederse, kim kul hakkı yerse, kim sebepsiz ve kaynağı belli olmayan servete sahip olursa sonları tüm insanlığa ibret olur. Tunus'ta Bin Ali'yi, Mısır'da Hüsnü Mübarek'i, Libya'da Kaddafi'yi görmüyor musun. İnsan ne oldum değil, ne olacağım demeli' dedi.
Dostuma, Eşbaşkan'ın İbo'lu, Balık Ayhan'lı, Hakan Şükür'lü Tanju Çolak'lı ve Kiboş'lu yeni kadrosunu nasıl bulduğunu sordum; Bana, 'Davul bile dengi dengine çalarmış' dedi.
Yıllardır siyasetin içindeyim. Darbe dönemlerini, sıkıyönetim zamanlarını yaşadım. En zor dönemlerde bile bu günkü kadar kasvetli, sıkıntılı bir ortam görmedim.
İnancım şudur; Gecenin en karanlık olduğu an, Güneşin doğuşuna en yakın olduğu andır. Güneş elbet doğacaktır. Yeter ki AKP cenderesine karşı olan herkes sandığa gitsin ve görevini yapsın. Sonra mı?
Sonrası cümbüş var. Balık Ayhan çalacak, İbo ve Kiboş okuyacak, Eşbaşkan ve Hakan oynayacak…