Türkiye son zamanlarda çok değerli devlet ve siyaset adamları yetiştirdi. Bu değerlerimizle iftihar ediyoruz. Bu kişileri dünyadan saklamak insanlığa ihanettir, onları dünyaya açmalıyız, dünya ile paylaşmalıyız. İzniniz olursa bu konuda önderlik yapıp, bu değerlerimizi 'Demokrasi ve Özgür Düşünceye' katkılarından dolayı Nobel'e aday göstermek istiyorum. Aday göstermek benden, destek sizden. Desteklerinizi Deniz Feneri (e.v) kanalıyla gönderirseniz, hiç kayba uğramadan yerine ulaşacaktır. Deniz Fenerciler, 'Avrupa'da Müslümanların sadaka paralarını dolandırdılar, paraları Türkiye'ye aktardılar, iktidar bunları koruyor' yalanlarına sakın inanmayın. Bütün bu yalanlar Ergenekon uydurmalarıdır.
Huzurlarınızda Nobel 'Demokrasi ve Özgür Düşünce' adaylarımız ve aday olma gerekçeleri;
Cumhurbaşkanı Gül;
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül basın toplantısında, henüz basılmayan bir kitabın(İmamın Ordusu) dijital kopyalarının Savcılık emriyle, Polis tarafından toplanması ve bilgisayarlardaki kayıtlarının silinmesi üzerine, kendisini Nobel'e aday gösterdiğimiz açıklamasını şu şekilde yaptı;
'Türkiye'de insanlar istediğini yazabilirler, söyleyebilirler. Hatta benim aleyhime yazılmış kitapların yazıldığını biliyorsunuz. Başbakan'ın da hakkında kitaplar yazıldığını biliyorsunuz. Bu olaylar Türkiye'nin gerçek görüntüsünü yansıtmıyor. Çok çarpıcı olacak belki ama, basılmamış kitap yüzünden tutuklanan gazeteciler ve bahsedilen kitaplar için en büyük PR(Public Relations) çalışmaları olmuş oldu. Herhalde onbin adet satacak kitabı, şimdi yüzbinlerce sattıracaklar!..'
İşte bu, budur Sayın okuyucular!... Bu dahice fikir yüzünden Sayın Gül'ü Nobel'e aday gösterdik. Ne kadar haklı olduğumuz kısa süre içinde anlaşıldı. Gül'ün bu beyanının üzerine, Türkiye içinde Yaşar Kemal, yeni yazdığı kitabının daha çok satması için Kültür Bakanına herkesin içinde kafa atarak cezaevine girdi. Burnu kırılan ve dört dişi dökülen Bakan; 'Yaşar Kemal bana bir konuda baş vuracağını söylemişti ama kafa vurdu, gafil avlandım' dedi.
Orhan Pamuk da cezaevine girmek için; 'Türkler, 100 Milyon Ermeni ve 50 Milyon Kürdü kestiler. Hızlarını alamayıp, Ermenilerin ve Kürtlerin hayvanlarını da kestiler' deyince hayvanseverler tarafından mahkemeye verildi ve hapsi boyladı.
Vatikan'da bir araya gelen dünyaca ünlü yazarlardan, Wilbur Smıth- Stephen King-Dan Brown, kitaplarının satışında rekor kırmak için, 70 bin metrekarelik bir alana oturan St.Peter Kilisesinin duvarlarına güpegündüz işediler ve derhal tutuklandılar…
Ne kadar haklı olduğumuz ve doğru bir iş yaptığımız umarım anlaşılmıştır. Bu konudaki tek itiraz Yayınevleri Sahipleri Birliğinden geldi. Yayıncılar; 'Çok zordayız. İşimiz gücümüz cezaevlerini dolaşmak oldu. Hem ziyaret etmek çok zor, hem de imza günlerine katılacak yazar bulamıyoruz' dediler…
Başbakan ve Eşbaşkan Erdoğan;
Başbakan ve Eşbaşkan Erdoğan'ı hangi söyleminden dolayı Nobel'e aday gösterelim diye çok zorlandık. O kadar bol malzeme var ki elimizde. Zorunlu olarak bir seçici kurul oluşturup, Başbakan'ın beyanlarını elemeye tabi tuttuk. Sonunda güncel ve ilginç olduğu için şu söylemin kullanılmasına karar verildi; 'Ben Yargının işine karışmam, Yargı'da benim işime karışmamalı…'
Kuvvetler Ayrılığı prensibinin geçerli ve her türlü işlem, kişi ve kurumun Yargı denetimine açık olduğu demokratik rejimlerde Yargının, Başbakanın işlerini nasıl denetim dışı bırakılabileceği ülke gündemine bomba gibi düştü.
Öncelikle, her biri otorite olan hukukçular birbirine girdiler. Kimi 'Olur mu kardeşim, saçmalık bu' dedi, kimi 'O inançlı bir Müslüman'dır, sadece Allah'a hesap verir. Kulların ne haddine' dediler. Hukukçulardan bazıları kafayı yediler. İçlerinde mahkemelere cüppe yerine kaftan ve sarıkla girmek isteyenler oldu. Ellerinde 'Dokunmayın Recebime' , 'Civanım Delikanlıma Hesap Sorulamaz' , 'Anamızın Ak Sütü gibi Ak'ız Biz' , 'Delikanlı Adam Hesap Vermez, Hesap Sorar', 'Beni İslam Kadılarına Emanet Edin' yazılı pankart ve afişlerle dolaşan hukukçular mı ararsınız, karşı görüşten Hakimleri yumurta yağmuruna tutan hukukçu bayanlar mı istersiniz, ortalık karman çorman oldu…
Olay kısa zamanda uluslararası bir problem haline geldi. Libya Lideri Kaddafi'den seçim rüşveti olarak aldığı paraları iç eden Sarkozy ve villasında genç kızlarla yaptığı alemlerin parasını Başbakanlık Tanıtma Fonundan ödeten Birader Berlusconi, Başbakan Erdoğan'ı haklı buldular. Yargı bizlerin de işine karışmamalı diyerek, konuyu Yüksek Adalet Divanına götürmeye karar verdiler…
Yukarıda haklı gerekçelerini anlattığım sebeplerle iki devlet ve siyaset büyüğümüzü Nobel Demokrasi ve Özgür Düşünce ödülüne aday gösterdim. Hür dünyanın asırlardır üzerinde çalıştığı ve sonunda uzlaştığı Demokratik Rejimi, Özgür Düşünceyi, Kuvvetler Ayrılığı Prensibini iki cümle ile altüst eden bu güzide devlet ve siyaset adamlarımızla ne kadar gurur duysak azdır.
Adaylarımızın tanıtımı için, destekleriniz sayesinde hiçbir masraftan kaçınmayacağız. Hazırlayacağımız broşürlerde, 29 Ekim 2004 yılında Roma'da Ortaçağ Engizisyonunun en büyük işkencecisi ve Türk Düşmanı Papa X.Innocenizo'nun heykeli önünde Gül ve Erdoğan'ın beraberce AB için katıldıkları imza töreni resimleri mutlaka bulunacaktır. İki adayımızın, Orhan Pamuk ve Şivan Perver ile çekilmiş resimleri bolca dağıtılacaktır. Broşürümüze, iki adayımız için iftihar vesilesi olan Libya Lideri Kaddafi'den alınmış 'İnsan Hakları Ödülü' ve Çankaya Köşkünde ağırladığımız 300.000 kişinin katili Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan Ahmet Beşir ile çekilmiş fotoğraflar 'renkli' olarak mutlaka ilave edilecektir. Geriye sizin dualarınız kaldı. Eh o kadar zahmete siz girin, her şeyi de benden beklemeyin..
Not: Şaka ve gülme amaçlı bu yazıyı 1 Nisan'da doğan şanslı ve güzel insanlara armağan ediyorum.