GÖNÜL SOYOĞUL: Peri Gazozu’nda yazdıklarınıza aşık olmuş, Nasipse Adayız’la çökmüş biri olarak soracağım, affola. Kitabınızı okuduktan sonra öğrendim sizin bir zamanlar aday adayı olduğunuzu ve Ercan Kesal ile Nasipse Adayız’ın Kemal Güner’ini bir türlü bağdaştıramadım kafamda?
ERCAN KESAL: Bağlama zaten. O başka birisi çünkü. Peri Gazozu ile de bağlama bence. Yazarlarını kahramanları ile nasıl özdeşleştirirsiniz? Böyle bir şey yok ki. Kurmaca bunlar. Bir şey saklamaya kalkışsaydım onu avukat yapardım. Avukat Kemal Güner’in bir ofisi olurdu. O kenti de Sinop yapardım. Bu benim elimde olan bir şey değil. Ben daha sahici olsun, daha güçlü geçsin, ben daha rahat yazayım diye özellikle yapıyorum onu. Peri Gazozu’nda da öyle. Peri Gazozu’yla ilgili enteresan bir şey söyleyeyim size… Orada abim var, ailem var annem, çocuklar, babam var, rahmetli oldu ikisi... Abilerim yaşıyor, abilerim de okudu onları. Abilerimden biri “Oğlum bir sürü yanlış var burada, öyle olmadı ki” diyor. Tamam öyle olmadı zaten, ben onu kurmaca yaptım. Yani siz kendi yaşadıklarınızı yazmaya başlarsanız, anı yazarsınız. Emekli memur anısı olur o. Ben anı yazmıyorum ki. Ben anılarımı, yaşadıklarımı, duyduklarımı, izlediklerimi ve bana anlatılan hikayelerin bende kalan tortularından, yeniden kurmaca hikayeler yazıyorum. Ama şundan vazgeçmiyorum: Bende kalan o tematik bir şey var ya, hikayenin özü. Onu hiç bozmuyorum, ondan hiç vazgeçmiyorum. Derdim o aslında. Ama bazen kadını erkek, bazen kışı yaz yapıyorum, kasabayı köy yapıyorum…
SOYOĞUL: Onu anlıyorum. Elbet kurmaca olacak. Röportajlarınızda ‘Maslow’un İhtiyaçlar Teorisi’ni işaret etseniz de, kitabınızda insanın ‘kör noktası’ndan bahsetseniz de… Anlayamadığım, sizinle örtüştüremediğim şey şu: Çok geniş bir vizyonu olduğunu düşündüğüm, geçmişi devrimci bir Ercan Kesal, niye siyasetin bu pislik yönünü göremedi de Deniz Baykal’ın CHP’sinden aday adaylığına soyundu?
KESAL: Ama insan öyle bir şey. Ben de onlardan biriyim aslında…
SOYOĞUL: Bu kitap sizin için bir anlamda ‘divan’ işlevi mi gördü? İçinizdeki pişmanlığı, kırgınlığı, kızgınlığı döküp rahatlama?
KESAL: Yok, kafanızda bir şey var; aslında politik bir hicivden öte. Türkiye’nin politik yapısının teşhir masasına yatırılmasından da öte… Aslında bir insanı teşhir masasına yatırmaya çalıştım.
SOYOĞUL: Kendiniz de varsınız bunun içinde?
KESAL: Tabii ki, kuşkusuz. Bütün yazılar yazarların kendi deneyimlerinden yola çıkar. Başka ne yapacak ki? Mesele bunu ustaca kendi kafanızdaki kurmaca için faydalanacağınız bir malzeme gibi, onu harekete geçirecek bir yakıt gibi düşünmeniz, Kendi deneyimlerinize soğukkanlılıkla bakmanız. Bence mesele o. Dediğim gibi orada tehlikeli bir şey var: Bir biyografiyle bir kurmaca arasında gidip gelen bir şey. Sanki bir belgeselle kurmacaymış gibi sinemada. Ben bir parça belki hekim olduğum için, belki psikoloji tahsili ettiğim için, o bıçak sırtı yerde yürümeyi de seviyorum doğrusu. Hoşuma gidiyor. Oyunculuğu da böyle yapıyorum. Oyunculuğu da sezilerimle yapıyorum. Senaryo eğitimi almadım. Sinema geçmişim yok benim. 47 yaşında kamerayı gördüm.
Fark ettiğiniz şey şu: Evet, önce kendime bir danışayım, kendi deneyimlerima, kendi korkularıma, kendi karanlığıma bakayım. Sonra genişleteyim onu… Yani dediğim gibi soğukkanlı bir biçimde kendinizden bir malzeme gibi faydalanmak…
SOYOĞUL: Bu kitabı yazdıktan sonra bir arınma, bir iç rahatlığı...