Ümit YALDIZ
İçimizdeki İrlanda: İmralı!
21 Şubat 2013 Perşembe

Hiç kuşku yok ki bu ülkede silahların susması, akan kanın durması şart…
Hem de hemen… Bir çırpıda onlarca neden sayarım. Ben de sayarım, siz de sayarsınız.
Gözyaşlarının dinmesi, 30 yılda hasar gören kardeşlik köprülerinin onarılması, savaş ekonomisine savrulan milyarlarca liranın halkın refahı için kullanılması…
Her şeyden önemlisi Türkiye’nin asırlık bir karın ağrısından kurtulması…
*
Bu listeye yüzlerce madde eklemek mümkün… 
İşte Habur ve Oslo kazalarının ardından İmralı’da yürütülmeye çalışılan sürece tahammül nedenlerimden bazı başlıklar. Tahammül kelimesini özellikle kullanıyorum.
Bırakın vatan sevdalısı bir vatandaşın gözünden bakmayı bir gazeteci olarak bile süreci dişlerimi sıkarak, hazmetmeye çalışıyorum.
Bir dönem isminin önüne ‘bebek katili’ sıfatı konulmadan zikredilmeyen, ‘bölücü başı’ denilmeden manşete çıkarılmayan, eli kanlı terör örgütü PKK’nın 30-40 bin insanımızın ölümünden sorumlu tutulan Öcalan’ın bugün bir anda ‘barış elçisi, sevgi kelebeği’ olarak sunulması kolay hazmedilecek bir şey değil.
Devlet ya da hükümet baskısı yahut birden bire ortaya çıkan sağduyu…
Sonuçta süreçte aktif rol oynayan herkesin (başta medya olmak üzere) ‘ortak dil’ konusunda uzlaştığı kesin. İmralı diyorlar örneğin. İmralı ile görüşme… İmralı ile müzakere… İmralı ile uzlaşı… Sürecin sihirli kelimesi İmralı...  
Nedir bu İmralı, kimdir?
Bizim bildiğimiz Marmara’da, Bursa’ya bağlı bir adanın adı İmralı…  
Sözlükte İmralı Adası’ndan şeyle bahsediliyor.
Armutlu Yarımadasının batı ucundaki Bozburun'a yaklaşık 20 km, Bursa, Karacebey kıyısındaki Susurluk Çayı ağzına 12 km uzaklıkta, Marmara, Paşalimanı ve Avşa'dan sonra Marmara Denizi'ndeki dördüncü büyük adadır. Yüzölçümü 9,98 km2 kıyılarının uzunluğu ise 19,4 km'dir. Coğrafi görünümü 8 rakamını andırır.
Orhan Bey zamanında Emir Ali tarafından Bizans’tan alınan, 1924’e kadar Rumlarca kullanılan, soğanıyla meşhur… Cumhuriyet döneminde yarı açık cezaevi olarak kullanılan, 1960 darbesinden sonra Yassıcıada’da yargılanan Adnan Menderes ve arkadaşlarının asıldığı, 29 yıl boyunca 1990’a kadar naaşlarının gömülü olduğu 1999’da paketlenerek Türkiye’ye getirilen ve de Türk adaleti tarafından idama mahkûm edilen, verilmiş sözler ya da AB normları nedeniyle asılamayan PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a tahsis edilen Ada’nın adı İmralı.
*
Yani Yeni Anayasa konusunda Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi’nin düzenlediği panelde konuşan CHP’li Kemal Anadol’un da altını çizdiği gibi Marmara’da bir adanın adıdır İmralı.
En azından biz öyle biliyoruz.
Peki, bir süredir özellikle kullanılan İmralı kelimesinin sizdeki karşılığı ne? İmralı dendiğinde hala bir dönem soğanıyla meşhur eski bir Rum kilisesinden bozma hapishanesiyle tanınan, 60 ihtilalinin siyasi infazlarının yapıldığı, Menderes ve arkadaşlarını bağrında 29 yıl saklamış, son yıllarda eli kanlı terörist Abdullah Öcalan’ı tutulduğu bir ada mı geliyor?
Yoksa İmralı denildiğinde zihninizde canlanan (benim gibi) Öcalan’ın bizzat kendisi mi?
Oysaki ‘İmralı ile görüşme, müzakere’ denildiğinde biz başka bir dilin etkisine giriyoruz.
Kritik süreç nedeniyle Öcalan’a ‘bebek katili, bölücü başı, 30 bin asker/sivilin katili, teröristbaşı’ demekten vazgeçen ya da vazgeçirilen medyamızın hatta siyasetçilerimiz halktaki karşılığı kin ve nefret olan Öcalan yerine onu çağrıştıran ‘İmralı’ adasının altında gizleyişini izliyoruz öncelikle…
 
Sürecin hatırına böyle bir gerekçeyi ister ‘kabul’ edelim isterse zoraki hazmedelim.
İmralı ifadesinde beni asıl rahatsız eden nokta başka… Bildiğiniz gibi yazı ve de haber dilinde bu tür ‘çağrışımlar’ sıklıkla kullanılır. Çoğu zaman diploması muhabirlerinin tercih ettiği bir dildir, üsluptur. Tek bir kelimenin zihnimizdeki karşılığı çok farklıdır.
Amerika Birleşik Devletler Başkanı Barack Obama yerine ‘Beyaz Saray’ deriz mesela.
 ‘Beyaz Saray böyle düşünmüyor’. Düşünen saray değildir tabi ki.
Aynı şekilde Moskova derken anlatmak istediğimiz Rus hükümetidir. Ya da Şam’ın tutumu derken kast edilen Beşşar Esat’ın tavrıdır. Bazen sadece kısaltma amacı taşıdığı gibi çoğu zaman diplomasi, devletlerarası ilişkiler de tercih edilen ikonografik bir anlatımdır söz konusu olan.
Şam’a nota verdik.
Moskova’yı kızdırdık.
Kremlin’den açıklama yapıldı.
Beyaz Saray’dan destek geldi.
İmralı ve Kandil’e heyet gönderiyoruz.
İmralı böyle düşünüyor, Kandil şunu söyledi…
Meseleye buradan baktığınızda daha iyi anlayacaksınız.
İmralı’dan kastın sadece içindeki İrlandalıdan ibaret olmadığını…
Aksine İmralı’nın bizzat İrlanda’nın kendisi olduğu…
Hatta geçmişindeki karanlık sayfalara rağmen yine de bizim olan bir adanın basit bir anlatımla bizden ne denli uzaklaşabildiğini, yabancılaştığını…
O sihirli cümlenin altında tamamı bizim olan İmralı Adası’nın bir yabancı devletin başkenti gibi durduğunu… Ve Abdullah Öcalan’a yıllarca millete kan kusturan terör örgütünün değil de o yabancı devletin başıymış gibi muamele yapıldığını.
Tercih edilen hatta dayatılan o rahatsız edici dilin, üslubun bilinçaltımızda yarattığı eşitlik kavramı yürütülen sürecin bir ‘barış sürecinden çok’ antlaşma süreci olduğu teyit ediyor sanki. İki eşit devletin savaşının ardından imzalanan, kazananı ve kaybedeni olan bir barış antlaşması gibi fiili bir durum yaratılıyor açılım manşetlerinin satır aralarında. 
Mondros Ateşkes Antlaşması, Türkiye’nin hala kabullenmediği Serv Antlaşması gibi.
Ya da Lozan… Ne fark ederse…
Oslo’da tamamlanmış olsaydı bu süreç tarihe ‘Oslo Antlaşması’ olarak geçecekti belki de.
Ya da Habur’da arabayı şarampole yuvarlamasaydık devletçe…  
Kim tarafından ne amaçla tercih edilmiş ya da dayatılmış olursa olsun. Öcalan yerine İmralı demek ya da dedirtmek kritik süreç açısından zorunluluk olsa bile bilinçaltına ince ince işlenen, kazınan ‘eşitlik ve yabancılık’ algısı nedeniyle büyük bir tehdittir.
Devletin, milletin bekası adına…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Horus'un Gözü
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Çiğli Güneş Ülkesi
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Latife Hanım çam devirince!
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve bugün Türkiye (3): 'Dans eden ayılar' ve 'Sokak hayvanları'
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
'Eskidendi çok eskiden...'
Ayda ÖZEREN
Ayda ÖZEREN
Metanoya!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türkiye'nin İslam’la sınavı
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Kamu yararı Çeşme Projesi’nin neresinde?
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
12 Eylül ve yeni Anayasa
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Atatürk’ün Toprak Kanunu ya da feodalizmin tasfiyesi uğraşısı
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva