Tayfun MARO
Bir insan ki ne emir alır ne emir verir…
3 Şubat 2013 Pazar

Bir insan düşünün, ne emir alıyor ne emir veriyor… Bu insan, mülkiyete dayalı toplumsal ilişkilerin hüküm sürdüğü toplumlarda doğal olarak hiçbir işe yaramaz. Marjinal kabul edilip yaşamın kıyısına itilir. Hoş, doğası gereği o zaten hayatın kıyısındadır.
 
Toplumsal hiyerarşi içinde pek barınamayan, sistemdeki dolaşımların içinde kendine yer aramayan insanın, hiyerarşik yapının dayattığı sorgusuz sualsiz itaat ile başı hoş değildir. Bu insan, kimseye hükmetmediği gibi, kendisine hükmedilmesine de izin vermez. Dolayısıyla, bütün yaşam alanlarını sistemleştiren araçsal aklın dolayladığı yaşamın, yani uygarlığın, ideal insanı değildir; aksine kötü örnektir.
Geçmiş ile gelecek arasında sıkışıp kalmamış, sadece yaşadığı an ile ilgili bu işe yaramaz (!) insan, gerçekte tarihin ve uygarlığın rahle-i tedrisinden de geçmemiştir.
 
Bir insan, bir insana neden emir verir? Bir insan, bir insandan neden emir alır? Bu ilişkiyi olağanlaştıran nedir?
Mülkiyetin keşfinden sonra ortaya çıkan toplumsal örgütlenme modellerinde, muktedirlerin iktidarını mümkün kılan hiyerarşik yapı tam olarak emir verenler ve emir alanlardan oluşan bir prizmadır.
Toplumsal hiyerarşi içinde sadece emir verenler, prizmanın en tepesinde yer alırlar; sadece emir alanlar ise, prizmanın tabanında yaşayan ezilenlerdir. Bu iki kutbun arasında kalan orta sınıf mensupları hem emir alır hem emir verir. Emme basma tulumba gibi… Bu yüzden olsa gerek, orta sınıf, ikiyüzlü ahlakıyla ün yapmıştır.
 
Bir tarihsel sisteme bağlı olarak ve yönetilmek üzere örgütlenen toplumlarda insanı itaate zorlayan siyasal ve ekonomik yapı, muktedirlerin iktidarını sadece mümkün kılmaz fakat aynı zamanda sürekliliğini de sağlar. Bu durum, “zor”un eseridir. Sistem varsa, insanı o sisteme tabi kılacak “zor” mutlaka vardır. Aksi halde sistem çöker.
İşte benim toplumla olan meselem tam da burada ortaya çıkar; sistemde “zor”un ve “başkaldırı”nın karşılıklı konumu.
“Zor”un öznesi, sistemi yöneten efendilerde ete kemiğe bürünürken; zor karşısında, “başkaldırı”nın öznesi olmak gereken mazlumların ve yoksulların, başkaldırmak bir yana, sorgusuz sualsiz itaate bu kadar teşne olması, negatif diyalektiğin açıklığa kavuşturacağı bir durum olmalı.
 
İnsan, nerede doğayı tahakküm altına almış ise orada nedenselliği bulmuştur. Nedensellik, insanın doğaya dayattığı zora dayalı bir özdeşliğin sonucudur. Doğa yasalarını insan koyar.
Tanrı Kenti düşüncesi seküler dünyayı reddederken; Aydınlanma fikri, insanı yeniden hayata döndürmüştür.
İnsanın kendini tahakküm ve baskıya indirgemesi, özdeşlikle açıklanabilir bir durumdur. Özdeşleştirici özne ilkesine göre; düşünme ediminin temelinde yer alan özdeşlik, insanmerkezcilik ile birlikte gelişir. İnsanmerkezciliğin güçlü söyleminde, sonunda bir tek kendini bırakan özdeşleştirme döngüsü, kendisi dışında hiçbir şeye hoşgörü göstermeyen bir düşünme edimidir. Bu döngü kendi kendini hapseder.
Özdeşlik, ideolojinin asıl biçimidir. İdeolojinin anlamı genellikle gerçekliğin asıl yapısını örtmek için aldatıcı ilişkilerden yararlanan, zora dayalı görünmez bir kavramsal yapıya işaret eder.
Özne ve nesne, birer soyutlama olarak, düşüncenin asıl ürünleridir. Normal düşünme sürecinde, “ikilik” olmadan düşünce olamıyor.
Varlık kavramı da dâhil tüm kavramlar “düşünme edimi” ile “düşünce ayrımı”nı yeniden üretirler. Bu ikisinin antitez varsayılması, “düşünme edimi”ni “birincil” konuma yerleştirerek derin bir soruna yol açar.
Tekliğin reddi ve özdeşliğin düalitesini kırma, ancak zora dayalı her türlü çerçeveden uzaklaşan bir yapıyla mümkündür. “Var olan şeyler olmaksızın Varlık olamıyor.”
 
Doğaya hükmeden nedensellikten ve insanın doğaya dayattığı zora dayalı özdeşlikten zuhur eden uygarlık, insanın derin unutkanlık halidir.
Derin unutkanlıkla malul olmayan insan, kapitalist sistemin standart insanı değildir.
Bu nedenle, sisteme boyun eğmeyen insan ne emir almak ister ne de emir vermek; kendini baskı ve tahakküme indirgemeye direnir.
“Nerede bu insanlar?” diye soruyorsanız; sayıları o kadar azdır ki, dört yapraklı yonca bulmak bile daha kolaydır.
Bu yüzden değil midir, yeryüzünde yaşamın bu denli yavan ve çekilmez olması?

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Serdar DEĞİRMENCİ
Serdar DEĞİRMENCİ
Sonbahar
Dr. Hakan TARTAN
Dr. Hakan TARTAN
Başıboş canileri toplamak!
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Bu da geçer
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Yemek kitabı değil Kültürel Miras!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
İşte 'gülen' ilk fotoğrafı!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Son nefeste Göztepe!
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Townç Sowyer'in maceraları
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (9) 'Bizim radyo tiyatrolarımız vardı'
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bektaşi Devleti tartışmaları!
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
Parti tabanı Özel’den kopuyor mu?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva