Gönül Soyoğul
50 (ve üzeri) daha iyidir’…
6 Aralık 2010 Pazartesi

Yeni bir yaş alınca insan, telefonları daha sabahtan çalmaya başlayıp dost sesleriyle iç ısınınca,
işyerine gelip de masada çiçek demetleri, güller, kasımpatılar bulunca,
mumlar ’‘iyi ki varsın’’ yazılı pastalara dikilip üflemen beklenince, yazmak şart oluyor sanki.
Üstelik yaş, hafif bir mevzu de değil.
Hele 50’’yi devirmiş, inişli çıkışlı, muhteşem değilse bile dolu dolu bir yarım asır yaşamışsan; hayatının kıyısında met cezirler, fırtınalar, sevinçler, kederler, acılar, mücadeleler hiç eksik olmamışsa, hiç değil.
*
İnsanlar geçmişin muhasebesini hep yaş dönümlerinde mi yaparlar, böyle bir gelenek mi var bilmiyorum.
Özellikle de 20’’li, 30’’lu, 40’’lı yaşların başında insan kendini daha mı farklı hisseder? Buna da tam bir yanıt bulamıyorum. Ama bu konuda doyurucu bir yanıt aradığımı biliyorum. Mesela geçen yıl tam bu günde, çok uzaklarda olan ama hep yüreğimde taşıdığım ’‘can dostum’’a, şöyle seslenmişim:
’‘Sen orada kat kat kazaklarla oturuyorsun. Burada ise çıldırtıcı bir hava var dört/beş gündür. Aralık değil de sanki nisanda gibiyiz. Büyükler, ’‘hayra alamet değil’’ diyorlar, öylesi güzel bir hava.
Şu an saat 19.45, açık camın yanında, oturmuş sana yazıyorum.
Ve bir yandan, bu kadar güzel iklime, denize, suya, toprağa sahip bu güzelim ülkenin nasıl hoyratça harcandığına hayıflanıyorum. Düşünüyorum aklım almayarak.
Ev halkının durumu iyi. Çocuklar bildiğin gibi. Cemal ve ben de rutin koşuşturmalarda.
Yarın Cemal’’in de benim de doğum günümüz. Ve de tanışma yıldönümümüz.
İnanamıyorum can dostum. Yarın 50 yaşına basıyorum.
Bir arkadaşım; inanılmaz enerjik olan annesinin, aynadaki görüntüsüne her baktığında "çok gücüme gidiyor bu halim’” dediğini söylemişti. Galiba, gel zaman git zaman, ben de böyle diyeceğim. Çünkü aynalar gerçeği gösterse de kendimi hiç 50 gibi hissetmiyorum. Yani bazen bir yerim ağrıdığında ya da ne bileyim dik bir yokuşu, merdiveni çıkarken yorulduğumda, ’‘galiba yaşlanıyorum’’ diyorum klasik bir klişe olarak. Ama bu, sadece o an için geçerli oluyor.
Acaba diyorum, bu bir reddediş mi, yoksa gerçekten de bir hissediş mi?
Yani 50 rakamı çok ağız dolduruyor, çok geliyor bana, anlıyor musun? Tuhaf, karışık duygular. Mesela 30 ya da 40 sıralarında, böyle duyumsamalarım olmamıştı gibi hatırlıyorum. 50’’yi niye önemsiyorum o zaman?
Sen de benzer duygular yaşadın mı, yaşıyor musun bazen? Çünkü ben, seni de 50 gibi düşünemiyorum. Sen benim hala üniversite yıllarındaki 18 yaşındaki arkadaşım gibisin. Elimize baston alınca mı anlayacağız bu durumu, yaşlandığımızı sevgili dostum?
Yoksa gençliği nasıl teslim ettiğimizi hiç bilemeden mi çekip gideceğiz dünyadan? Her şeye rağmen güzel olan bu hayattan?
Yarın Cemal’’le iş çıkışı önce yemeğe, sonra da sinemaya gideceğiz. Şu Çağan Irmak’’ın ’‘Babam ve Oğlum’’una. Hani, her gidenin ağlayarak çıktığı filme. 50. yaşımızı ağlayarak kutlayacağız. Günün önem ve anlamına da uygun, böylece!!!’”
*
Üç yıl önce yazmıştım bu yazıyı. Buldum baktım ne değişmiş/ne artmış/ne eksilmiş diye. İklim bile neredeyse aynı, kışın yarın başlayacağı haberlerini görmezsek.
Sinemalarda Çağan Irmak’’ın ağlatan Babam ve Oğlum’’unun yerini, gülümseten Prensesin Öyküsü almış bir de.
Duygularımsa’… 50’’ye bastığım gün hissettiklerimle, neredeyse aynı.
Bugün de ’“ne zaman yaşlandım’” diye değil de, ’‘inanamıyorum ya, ben ne zaman bu kadar büyüdüm’’ diye soruyorum kendime!
’‘Psikolojik bir teselli hali’’ deyin siz isterseniz. Ben ’‘insanın ruhu yaşlanmayınca, yaş alınmıyor işte besbelli’’ demeyi sürdüreyim.
Belki de bu yüzden sevgili Ece’’nin (Temelkuran’’ın) ’“Otuz iyidir; çünkü...’” başlıklı yazısını bulup okumalıyım. Hatta size de hatırlatmalıyım.
’“Çünkü gövdenin bir rahiyası var artık; yaşadıklarından dolayı ağır ağır birikmiş. Uçuşamayacak kadar ağırsın şimdi. Kendini kaldırıp oradan oraya koymak istediğinde bunu nasıl yapacağını öğrenmiş olduğun için hafif.
Çakılıp kaldığın zamanlarda nereye, nasıl gidileceğini, varılacağını bilmediğin için donup kalmadın mı kendinin karanlıklarında? Şimdi sen kendine alışıksın. Dibe vuran hallerine, sonra nasıl çıktığına alışıksın. Şimdi artık sen kendinin düşmüş ve kalkmış hallerine tanıksın.
Ömrün en güzel yerindesin. Gençliğin tatlılığıyla ihtiyarlamanın bilgeliği arasındaki en tepedeki noktada duruyorsun. İster yine uçuşur, ister beğendiğin yerde durursun.
Şimdi sen büyük yolculuklara hiç korkmadan çıkabilirsin. Şimdi sen tam kendine göresin.
Artık başkalarının senin hakkında düşündükleri de önemli değil. Sen artık bir kayalıksın, hayat eteklerine dalga dalga vuruyor. Sözler, kötülükler, su kabarcıkları gibi sönüveriyor. Sen yine orada duruyorsun. Rüzgar uğulduyor tepelerinde; sanki gülüyorsun.
(’…)Canın fena sıkılsa da ara sıra artık kendini tedavi etmeyi biliyorsun.
Otuz iyidir. Çünkü sen otuzsun. Bu kadar. Kendinin tadına bakıyorsun. Dünyaya gelmiş ve yürümekte olan birisin. Bir gün gideceksin. Sen bu halin tadına bakıyorsun, bu gövdenin içinde olmayı, böyle bir beyin ve böyle bir kalp taşıyor olmayı elinden geldiğince deniyorsun. Şimdi sen artık abartmıyorsun. Abartmadığın için zaman daha az sürtünüyor sana. Sen artık daha ziyade tıngır mıngır cümleleri seviyorsun. Tıngır mıngır... Tıngır mıngır... Ellerini başının arkasına koyup, ayaklarını şöylemesine uzatıp dünyanın hallerine bakıyorsun. Dünya da senin hallerine... Otuz iyidir. Çünkü sen şimdi otuzsun!’” diyen satırları, ’“50 (ve üzeri) daha iyidir’” diye değiştirmeliyim izninizle. Çünkü ben bugün ’‘doğum günü çocuğu’’yum’…
*
Masamda çiçekler, az önce mumlarını üflediğim çikolotalı/muzlu pastanın koca dilimi, demi yerinde sıcacık bir çay.
’‘Doğum günü çocuğu’’ olmanın, bugünün, şımartılmanın, senede bir gün de olsa ’‘an’’ı yaşamanın’’ keyfini çıkarıyorum.
Ağzımda çikolota/muz tadı, içimdeki muzip seslerin kışkırtmalarıyla mutlu/sahici gülümsüyorum.
 50’’li yaşları tırmanırken bile hüzünlenmiyorum ya’… En çok da buna seviniyorum.
Bir dosttan ’‘nice yıllara’’ diye gelen, ’‘boşver be yaşı başı’’ diyen Can Yücel şiirini okuyorum sonra, bir daha bir daha’…
*
Boşver be yaşı başı!
gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver? ..
şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
sen inan yüreğine,
hem ona geçmezse kime geçer sözün?
büyü büyü...
bak ellerin ayakların kocaman.
aklın da maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?
 
takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
o çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü,
öl gitsin...
parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
savrul gitsin...
Boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim,
kendi yüreğinden başka kim? 
Aklını al da öyle git,
ister bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna...
yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa...
 
yaş 70'e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı,
yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Pişmanlıklar
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Gürgen Kral
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Atatürk bizden biridir!
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Dün ve Bugün Türkiye (6) “Hamam mı? yoksa Spa mı?”
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Rüşvet ile jest arasında!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Stoilov’a nazar değdi!
Ayda ÖZEREN
Ayda ÖZEREN
Kirpi ikilemi – Hayır deme sanatı
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Netameli meseleler 7
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Bir portre: Sadullah Usumi
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Nasıl toprak reformu yapılmalı?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva