RÖPORTAJLAR
20 Mart 2015 Cuma

Ben hep şef olmak istedim

Hayat öyküsünden pasajlarda “Annem hayatta olsaydı müzisyen olamazdım” vurgusunu yapan şef İbrahim Yazıcı, ‘Fark Yaratanlar’ dizisinde Hanzade Ünuz’un sorularını yanıtladı…

Ben hep şef olmak istedim

Şu bir gerçek ki bazılarımız dünyaya yüksek bir donanımla geliyor.

Fazlası oluyor…

Üstün yeteneklerle doğuyor.

İbrahim Yazıcı da, dünyaya gelirken  kaydı ‘sanatçı’ olarak yapılanlardan.

Dünyayı içi titreyerek hissedenlerden…

İbrahim Yazıcı’nın henüz 1.5 yaşındayken ortaya çıkan müziğe olan sıradışı yeteneği, bugün 
uluslararası konserler veren orkestra şefi olarak tanınmasını sağladı.

Hataya tahammülü olmadığı için yönetmeyi seçti.

Kökten mükemmeliyetçi.

45 yaş olgunluğunu taşısa da, gözleri çocuksu bir merak ve sevinçle bakıyor.

Aslen Ankaralı ama gerçek bir İzmir sevdalısı.

Halen Mersin Opera ve Balesi’nde orkestra şefi olan İbrahim Yazıcı, aynı zamanda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun sanat danışmanı olarak görev yapıyor.

İbrahim Yazıcı yaklaşık bir yıldan bu yana Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin Artistik Direktörlüğü’nü  yürütürken, 2014 – 2015 sezonunda düzenlenen konserlerde İzmirliler’i dünya 
starlarıyla buluşturdu.

İzmir’de fark yarattı.

Gönlümüz şenlendi, kulaklarımız mest oldu.

İzmirli sanatseverler, “İzmir’de güzel şeyler oluyor” dedi…
 
Hayat öyküsünden pasajlarda “Annem hayatta olsaydı müzisyen olamazdım” vurgusunu yapan şef İbrahim Yazıcı, ‘Fark Yaratanlar’ dizisinde Hanzade Ünuz’un sorularını yanıtladı…
 

ÜNUZ: Müziğe yeteneğiniz ne zaman, nasıl keşfedilmiş?

YAZICI:
Çok küçüktüm, bir buçuk yaşında filandım. Yarım yamalak konuşurken ciddi güzel şarkı söylüyordum. Acayip bir kulağım olduğu belliydi. Babamın dual pikabı vardı, evde her türlü müzik dinleniyor ama özellikle alaturkalar. Pikap açıldığı zaman kendi  içinde bir amfisi vardı, böyle pıhh diye bir ses çıkardı. Ben o sesi duyduğum zaman titremeye başlardım, bilirdim ki müzik gelecek. Emel Sayın varsa bitti, tir tir titreyerek dinlerdim.

ÜNUZ: O zaman mı belli oldu müzisyen olacağınız?

YAZICI:
Ne gezer? Babam bu çocuk doğru düzgün meslek sahibi olsun anlayışındaydı. Babam avukat, ben de avukat olacağım ya da doktor.

ÜNUZ: Anne de öyle mi düşünüyordu?

YAZICI:
Annem ev hanımıydı, çok küçük yaşta kaybettim, 4.5 yaşındaydım. İtiraf edeyim ki annem hayatta olsaydı ben müzisyen olamazdım. Çok dominant bir kadındı. Gözüyle yerine oturtan anneler vardır ya. Kesinlikle başka bir meslekte ve mutsuz olurdum. Sonra küçük ablamla klasik konserlere gitmeye başladım.

ÜNUZ: Başka bir şey keşfettiniz herhalde o konserlerde?

YAZICI:
Dünyanın iki boyutluyken, üç boyutlu dört boyutlu olduğunu hissediyordum. Ve o sırada Türkiye’de plak zor bulunuyor. Yaşımdan çok büyük şeyler dinliyordum, orta 1 ‘de Mahler Senfoniler dinlerdim mesela büyük bir zevkle. Tuhaf bir şey.

ÜNUZ: Onu dinlerken iç dünyanızda nereye gidiyordunuz?

YAZICI:
Hep bir resim çiziyordum kafamda. Hiç unutmuyorum, orta 1 ‘deyim Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Mahler 1 çalıyor. Programda dördüncü bölüm Cehennemden Cennet’e Geçiş yazıyordu. Gerçekten başladığında sanki salonun tavanı yıkılıyor ve sanki üzerimize başka bir dünya çöküyor gibi hissetmiştim. Öyle bir kaos var ki çünkü, oradan süzülerek sanki ruhunuzu yukarı doğru alıyor ve size cennetin kapılarını açıyor.

ÇATLAYANA KADAR OKURDUM

ÜNUZ: Hayal dünyanız nasıl gelişti?

YAZICI:
Çok okurdum. Nasıl bir işim olsun diye hayal ettiğimde, sabahtan akşama kitap okuyayım, sadece bir şeylere imza atayım diye düşünüyordum. Tam romantik akademisyen hayali. İlk kitabımı okuduğumda 5 yaşındaydım. Tam bir kitap kurduydum, her gün bir kitap okurdum. Çatlayana kadar okurdum, hiç bıktığımı hatırlamıyorum. Hermann Hesse okuduğumda ilkokul dörtteydim, Siddhartha. O dünya beni çok beslemiş.

ÜNUZ: O yaşın boyundan büyük bir kitap olmamış mı?

YAZICI:
E tabi. Ben çocukken çok dalgın bir çocuktum, bana hep küçük profesör derlerdi. Gözümde gözlüğüm, aklım hep beş karış havadaydı. Hep bir şeylerimi bir yerlerde unuturdum. O kitaplar hep benim hayal dünyamı zenginleştirmiş. Film seyretmek öyle değil, filmde hayalleriniz ipotek altına alınıyor ama kitapta her şeyi siz yaratıyorsunuz.

KENDİ İÇİNE BAKMAK

ÜNUZ: Müzikte de öyle değil mi?

YAZICI:
Müzikte tabi başta birilerinden feyz alıyorsunuz ama sonra baktım ki, niye başkası gibi olayım? Benim zaten hayallerim var. Bunun toplum psikolojisiyle alakası var. Neden birini taklit edersiniz? Beğenilmek için. Toplumun takdirini kazanmış birileri tarafından beğenilmek için.

ÜNUZ: Kendinizi beğendiniz zaman ‘tamam oldu’  diyor musunuz?

YAZICI:
Kendinizi takdir ettiğiniz zaman diyelim. O da yıllar yıllar sonra oldu. Fransa’da yüksek lisans yapıyorum. Hocama Liszt’in bir eserini çalıyorum, ertesi gün de konserimiz var. Hocam filozof, çok sakin bir insandı. Sükunet içinde öğretirdi. Bana, “İbrahim siz bunu bir başkası gibi çalmaya gayret ediyorsunuz” dedi.  Çok doğru çünkü ben Fransız piyanistler gibi çalmaya çalışıyordum, ki beni beğensinler. “Mesela benim gibi çalmaya çalışıyor olabilirsiniz ama dünyada benden bir tane daha ihtiyaç yok, çünkü ben varım zaten. Ama yeni, hiç kimsenin bilmediği biri daha olabilir ve insanlar onu izlemek isteyebilirler. Aramak istediğin her şey senin içinde” dedi. “İçine bak, orada her şeyi bulabilirsin”. Ve dersi kesti.
Ertesi gün konserim var. Ben beni vermeye çalışmıyorum ki orada, kendime belki yedi boy büyük bir ceket giymeye çalışıyorum. Belki çok daha küçük bir ceket giymeye çalışıyorum. Rahatsızım yani sonuç itibarıyla. Ertesi gün konserde çaldım, başka hocalar “Mösyö Düran seninle dün 7 saat mi ders yaptı” dediler. İki dakikalık küçük bir konuşma yapmıştık oysa.

ÖNEMLİ OLAN BİR ÖYKÜ YARATMANIZ

ÜNUZ: Nasıl çaldınız o gün?

YAZICI:
Çaldığım eser olmaya çalıştım. Eser, Verdi’nin Rigoletto operasının son perdesindeki bir quartetti. Ben orada kadın kahramanın kahkahasıyla başlamıştım mesela çalmaya. Bu eser bir opera olduğu için öyküsü vardı, önemli olan bir öykü yaratmanız. Seyirciye bir şey anlatıyor olmalısınız. Bunun için sizin o konuda bir şey hayal etmeniz. Her çaldığım, her yönettiğim notada o anda aklıma başka bir şey gelir. Bir tiyatro sahnesi, bir sinema sahnesi gelir mesela. Çok samimi bir şekilde hissettiğim zaman orkestraya da o samimiyetle götürüyor olabilirim.

DOMESTOSLA TEMİZLENMİŞ GİBİ ÇALMAYIN

ÜNUZ: Örneğin…

YAZICI:
Nazım Orotoryosu’nun başında kemanların bir bölümü vardır. Darararara…..Paraaam paramm praamm diye (notaları seslendiriyor) Şimdi burada yazmış Fazıl (Say). Ama bu sonuç itibarıyla aslında Hüseyni makamında olan bir müzik. Türk müziği klasik müzikte öyle komalar, süslemeler filan eklemek için müziğin stilini biliyor olmanız gerekir. Puççini operalarında da sesin kaydırıldığı yerler vardır ama bu yazmaz, siz bu stile sahipseniz yaparsınız, o lezzete o gustoya sahipseniz yaparsınız. Bu da bayağı Hüseyni ve insanın içini parçalayan bir müzik başlıyor. 
Orkestraya dedim ki, arkadaşlar böyle tertemiz olmasın, az evvel domestos ile silinmiş gibi hijyenik olmasın. Bizim müziğimiz daha komalı. Olmadı, gelmedi. Kalabalık da bir orkestra 16 tane birinci keman var bunu çalan. En sonunda “Gözünüzün önüne Fatma Girik’in Boş Beşik filmi gelsin” dedim. Anadolu kadını, çok zorlukla çocuğu olmuş. Çocuğu kucağında ölmüş ve ölüsünü bırakamıyorum. “Çalarken gözyaşlarınıza boğulun” dedim. Çalarken bayağı ağlayanlar oldu ve o kadar acayip bir şey çıktı ki…


SIKI YÖNTEMLERİM VAR

ÜNUZ: Müzikte disiplinin yeri nedir?

YAZICI:
Müzisyenler dünyada genelde düzensiz La boheme hayatı yaşar gibi durur ya, aslında çok disiplinli olması lazım. Salonda bir disiplin sağlamaya çalışıyorsunuz. Konser için afişe konacak fotoğraf istiyor arkadaşlar.  Önümüzdeki ay afişinin basılması lazım. Sanatçı internette neden bilgim yok diyor. Neden yok? Çünkü sen daha repertuarını yollamamışsın hala. Biyografini ve fotoğrafını yollamamışsın. Her gün telefon açılıyor, “Ay unuttum, pardon”. Selfi fotoğraf gönderenler bile oluyor. Lafa geldiği zaman biz profesyoneliz demeyi biliyorlar. Bu bir tane de değil. O kadar çok ki. Ben de seneye şöyle yapacağım. Korkunç sıkı yöntemlerim vardır. 2015 - 2016 programı için bu yaz başı bitmiş olacak. Eğer ki  Haziran ayına kadar biyografisini, fotoğrafını ve nihai repertuarı yazılı değilse o konseri iptal edeceğim. Biz burada senede 200 konser düzenliyoruz. Halkla ilişkilerdeki arkadaşlarımız büyük bir özveriyle çalışıyorlar.

KENDİME ACIMASIZIMDIR

ÜNUZ: Sizin disiplin anlayışınız nasıl?

YAZICI:
Ben kendime karşı çok acımasızımdır. Bu sorumlulukla bağlantılı, ben bir şeye söz verdiysem ne pahasına olursa olsun yaparım. Müzikte de mükemmeliyetçiyim. Bu iş zaten yarım yamalak yapılacak bir şey değil. Şefin elinde her zaman en iyi çalgıcılar, en iyi orkestralar bulunmuyor ama ona en iyi lezzeti siz katabilirsiniz.

ÜNUZ: Püf noktası nedir, en iyisi nasıl çıkıyor?

YAZICI:
Bence severek yapınca oluyor. Aslında tamamen toplum psikolojisiyle alakalı, çünkü orkestra çok karma bir topluluk. Kimisi zaten en iyisini vermek için oradadır, kimisi öyle durur. Türkiye’de vardır bu, ‘Şef istesin de öyle çalayım’ diye düşünür. Avrupa’da iyi bir orkestraya gittiğinizde, onlar zaten ellerinden gelenin en iyisini çalmak isterler. O konserin iyi geçmesi işlerini kaybetmemek demektir. Şef orta halli bile olsa onlar ellerinden gelenin en iyisini çalarlar.

SÜMERBANK MEMURU GİBİ ÇALANLAR

ÜNUZ: Önünde aynı nota var, keman desek aynı keman. Fark nerede?

YAZICI:
Elinin kenarıyla yapmak var, bir de gerçekten isteyerek yapmak var. Şöyle bir benzetme yapalım. Diyelim ki bir işletme var ve ben orada iş sahibiyim, parayı koyan benim, tabi ki daha coşkuluyum, çok para kazanmak isteyeceğim. Ama orkestrada çalanların pek çoğu şöyle düşünebilir. “Ben zaten buradan maaşımı alıyorum. Bu kadar satsam da aynı, şu kadar satsam da aynı”. Kimi sanki kendi işiymiş gibi çok asılabiliyor, kimisi de var ki prim alırsa işe asılır ya da bazısı da Sümerbank çalışanı gibi tam memur anlayışında.


MÜZİĞİN LEZZETİ

ÜNUZ: Notaya şöyle basmak ile böyle basmak arasında mı fark var?

YAZICI:
En basitinden gidin orkestra üyelerinin oturuşlarına bakın. Bir insan oturmuş, arkasına kaykılarak enstrüman çalamaz. Çünkü sizin zaten fiziken bütün ağırlığınız arkadadır. Kemana ne kadar ağırlık verebilirsiniz? İşin içinde olmaktır önemli olan. Aslında şef işveren filan değil tabi ki. Ama şef bu karma topluluktan en iyisini çıkarmaya çalışıyor. Şef bazen bakar, müzisyen çalabilecekken çalmıyordur. Kapasite yukarıdadır ama kendini hiç zorlamaz. Bu tahammülüm olmayan bir şey. Bazısının kapasitesi zaten o kadardır. Bir de yalan tahammülüm olmayan bir şeydir.

ÜNUZ: Yalandan çalmak mı?

YAZICI:
Bir yalandan çalmak. İki yaptığı hatayı asla kabul etmemek. Bazı şey yayın ucunda çalınır, bazı şey topukta çalınır aynı ses çıksın, aynı homojenite yakalansın diye. Görürsünüz, “Bunu topukta çalacaksın” dersiniz. “Çalıyorum” der. Hani nerede?

ÜNUZ: Konserde kimin ya da hangi enstrümanın hatalı çaldığını nasıl anlıyorsunuz?

YAZICI:
Duyuyorsunuz. Çıkan sesin temiz ya da pis olduğunu duyuyorsunuz. Çıkan ses tertemiz olabilir ama bir de lezzeti olması lazım. Ton dediğimiz, renk dediğimiz bir şey. Çok iyi tiyatro aktörleri vardır, iki kelime söylediği zaman yıkar geçer. Müşfik Kenter mesela, sadece “Evet” desin, canınızı verirsiniz. O işte ton dediğimiz şey… Onun güzel çıkması lazım.

MOTOR SESİNDEN MARKA BİLMEK

ÜNUZ: Orkestrada o kadar çok farklı sesi aynı anda nasıl duyuyorsunuz?

YAZICI:
Aslında her şeyi duyarsınız ama önemli olan dinlemek. Siz de duyuyorsunuz aslında. Bazı gözler de her şeyi görür, bunun gibi. Kulak kesinlikle geliştirilebilir ve eğitilebilir bir organ. Ben mesela 4 yaşındaydım. Evde oturuyoruz, benim boyum da daha cama yetişmiyor. Ankara’da Akdeniz caddesinde oturuyoruz, ablamlarla geçen arabaların korna veya motor sesinden markalarını tahmin etme oyunu oynardık. Hepsini de bilirdim ama nasıl olduğunu anlatamazdım. Mesela Alman arabalarının kendine has bir ses rengi vardır, Fransız arabalarının başka türlü. Şimdi bugün tabi hepsi karıştı, birbirlerinin parçalarını kullanıyorlar. Eskiden mesela Fransız arabalarının klakson sesleri son derece açık gelirdi. Çok acayip bir şey söyleyeyim, Alman motor sistemlerinin içindeki her şeyi daha çok yaktığını hissederdim. Fransızların böyle daha farklı yaktığını hissederdim. İtalyan arabaları yine öyle…



ÜNUZ: Hangi enstrümanı çalıyorsunuz?

YAZICI:
Piyanistim ben, yan olarak viyola çaldım. Fransa’da okuduğum okulda orkestra şefliğinden mezun olmak için bir yaylı saz çalmak gerekiyordu.

ÜNUZ: Neden piyanoyu seçtiniz?

YAZICI:
Ben hep şef olmak istedim. Ama Türkiye’de şef olmak istiyorsanız kompozisyon bölümüne girmeniz gerekiyor. Onun için de piyano okumanız tercih.

ÜNUZ: Bir öyküyü tasarlayıp sahnelemek istemek mi? Niçin orkestra şefliği?

YAZICI:
Aslında işin temeline baksak, ben ne iş yapsam yönetici olmak istermişim. Çünkü pek çok insandan pratik çözümler bulabiliyorum. Çabuk sıkılıyorum. Mesela orkestrada bir problem varsa ve şef görmezse müzisyenler için çok sıkıcı olur. Enerjiniz tükenir. Çözüm bulmak için şef oldum herhalde. Bir de orkestra müziğini çok seviyorum, dolu dolu tınlasın istiyorum.

SESSİZLİĞE BAYILIRIM

ÜNUZ: Siz bir de uça uça yönetiyorsunuz orkestrayı, çok kaptırıyorsunuz…

YAZICI:
Kaptırmak değil de galiba o başka bir şey. Hiçbir zaman kendimden geçmiyorum. Bir arkadaşım çok güzel bir şey söylemişti. “Sen podyuma çıktığın zaman bunu çok sevdiğini hissettiriyorsun” diye. Galiba o anda müzikle o kadar aynı frekansa giriyorum ki… Müzikteki hikayeyi yakaladığımda ben o hikaye oluyorum. Açık olabilmek lazım sanırım.
Diyeceksiniz ki seyirci bunun ne kadar anlıyor? Seyirci bence benim o anda aldığım ve orkestraya aldırdığım zevki anlıyor. Ben aslında bestecinin ruhunun içine girmiş oluyorum. Onun kıyafetini giyiyorum. Bana en çok hangi besteciyi beğeniyorsun diye soruyorlar? Mesela Beethoven çalmaktan, yönetmekten çok zevk alıyorum. Mozart aynı şekilde. Çaykovski öyle. Ama bugün Schubert mi yapacağız? Schubert o an en sevdiğim besteci olabilir. Ben Schubert’imi giyerim, “Ben bugün Schubert’im. Schubert olsam ne olurdum. Schubert’in gözünden bakarım.”

ÜNUZ: Tiyatro sanatçılığının müzik versiyonu gibi adeta…

YAZICI:
Aslında tam… Tiyatrocu olmayı da çok isterdim. Bayağı o besteci oluyorum sahnede. Bazen orkestraya söylerim, sahnede ani bir hareket yapabilirim. Bir anda yığılacakmışım gibi olabilir. Oyuncu olmayı da isteyebileceğim için galiba bazen sahnede azıcık…

ÜNUZ: Sessizlik tercih eder misiniz?

YAZICI:
Bayılırım. Harika bir şey. Tamamen temizlik olsun diye sessiz kalırım. Zihnim temizlensin ki, kulağım temizlensin ki yeni şeylere yer açsın. Bazen çok yorgun olduğunuzda kafanızdaki müziği durdurmakta güçlük çektiğiniz olur. Gerçek sessizlik bulursanız çok güzeldir.


HİPNOZ YAPIYORUM

ÜNUZ: Sizin tamamlayıcı tıp ile ilginizi de duyduk.. Neler yapabiliyorsunuz bu alanda?

YAZICI:
DNA aktivasyonu yapabiliyorum. Hipnoz yapabiliyorum. Aslında hepimiz doğduğumuzda, fabrikadan çıktığımızda mükemmeliz. Fakat genlerimiz içinde gelen bir takım bozukluklara temayül eden şeyler var. Bizim zaman içerisinde kötü düşünce gücümüzle ya da enerjimizin doğru akmaması nedeniyle fizik bedenimizde çöküntüye yol açıyor. Batı tıbbı hastalığı, hastalık olarak görüyor. Sinüzitiniz var diyor ama aslında sizin sinüzitinizin bir sebebi var. Siz gün içinde kendinizi o kadar çok sıkıyorsunuz ki kendinizi, konsantre olmak için burnunuzun altını ittiriyorsunuz.

ÜNUZ: DNA aktivasyonu nedir?

YAZICI:
Karşı tarafa çok yüksek bir enerji yükleniyor. Evrende bir enerji vorteksi yaratabilirsiniz. Aslında her isteğiniz bir vorteks. Sürekli enerji yaratıyorsunuz ama bunlar çok düşük enerjiler. Benim müzisyen olmayı istemem gibi anormal bir vorteks yaratıyorum, içini doldurabiliyorsam da oluyorum. Tedavi ederken de sizin boşlukta bir enerji yaratmanız lazım. Ama onu da bir yerden beslemeniz lazım ki hastaya sürekli aksın. Öyle bir şey yapıyorsunuz ki hastaya sürekli o enerji akıyor. O da işte başka düzlemlerden akan enerji.

ÜNUZ: Hastada ne gibi fark oluşuyor?

YAZICI:
Mesela tümör yok oluyor. Ya da eksik bir doku tamamlanıyor. Çok basit bende çok üst seviyede bir kedi alerjisi vardı. Yarım saat içinde nefes alamaz hala gelip hastanelik oluyordum. Şimdi evde kedimle birlikte yatıyoruz.

İZMİR ÇOK FARKLI BİR ŞEHİR

ÜNUZ: Cemal Reşit Rey salonunda İstanbullular’ın 180 TL.’ye izlediği Boby McFerrin konserini biz İzmir’de Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde 15 TL.’ye izledik. Bu nasıl başarılıyor?

YAZICI:
O işte bizim belediyemizin farkı. Kültürü insanlarıdoyurucu bir şey olarak görüp görmemekle ilgili. Herkes Boby McFerrin’ın özel konserine gidecek maddi güçte olmayabilir. Büyükşehir Belediyesi İzmirlilerin kültür hizmetlerinden faydalanması için böyle bir katkıda bulunuyor.

ÜNUZ: Örneğin Boby Mc Ferrin, İzmir’de aynı ücrete mi çıkıyor sahneye?

YAZICI:
Evet aynı para ödeniyor. Bu İzmir’in farkı. Şunu söylememiz lazım ki, İzmir çok farklı bir şehir. Türkiye’nin başka hiçbir yerine benzemiyor. Pek çok Avrupa şehrinden daha çok Avrupa. İzmir ciddi bir Avrupa kenti gibi. Bir kere İzmir’e Ahmed Adnan Saygun gibi bir sanat merkezinin yapılmış olması çok önemli. Yaptınız ama boş da tutabilirdiniz. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu  bu merkezin işlemesi için, insanları buraya çekmek için ciddi özveride bulunuyor.

BAŞKAN KOCAOĞLU’NUN DESTEĞİ

ÜNUZ: Bu sezon enfes konserler izledik. Nasıl ikna oldular İzmir’de konser vermeye?

YAZICI:
Doğru kişiyi hayal etmeli, kafanızda doğru bir program kurmalısınız. Bu salonu kimler renklendirir. İzmirli seyirciler kimleri izlemek ister? Bu salona çağıracağımız sanatçılar için referans olacak isimlere ulaşmaya çalıştık. Bu yıl ilk Michel Camilo geldi, Moskova Virtüözleri geldi… Bu isimlere nasıl ulaşıyoruz? Dostluklarımızı kullanıyoruz, arkadaşlarımızın arkadaşlarıyla bağlantı kuruyoruz. Ben 2014 Haziran’ında göreve başladım ve Ekim ayında bu isimleri angaje etmek zor gerçekten. Bu zorlukların üstesinden gelmekte çok değerli Başkanımız Aziz Kocaoğlu ve çok değerli genel sekreterimiz Pervin Genç Şenal inanılmaz yardımcı oldu. Ne oldu yeni seyirciler kazandık, çok teşekkürler aldık.

ÜNUZ: Adnan Saygun salonu tanınırlıkta dünyada nasıl bir yerde?

YAZICI:
Dünyada tanınması için tabi ki daha zamana ihtiyacı var. Daha yeni bir salon. Ama bu ivmede gidecek olursa büyük sanatçıların gelip Türkiye’de rahatlıkla konser verebileceği, izleyiciyle buluşabildiği bir yer olduğunu birkaç yıl içinde iyice anlaşılacak.

ÜNUZ: Salonun kıymeti konser veren sanatçılarla da artıyor o zaman?

YAZICI:
Tabi ki. Boş salon harika bir şekilde dursun, ne kıymeti var?

FAZIL SAY İZMİR’DE NEFES ALIYOR

ÜNUZ: İzmirli seyircilerden nasıl talepler, tepkiler geliyor?

YAZICI:
Bir kere İzmirli seyirci çok samimi. Kötü bir şeyse beğenmediğini direkt söyleyebiliyor, iyi bir şey ise teşekkür ediyor. Bu çok önemli. Alkışıyla gösteriyor, sokakta beni görünce gelip konuşuyor, şunu da getirir misiniz ? diyor. Ben yıllarca Ankara’da yaşamış bir insanım. Türkiye’de sokakta birbirini tanımayan iki kişinin birbirine merhaba dediği tek büyükşehir herhalde İzmir. İzmir’de insanlar markette de birbirine iyi günler diyor, tanıyorsa gelip sohbet ediyor.
Mesela en basitinden Fazıl’dan (Say) örnek vereyim. Fazıl, İstanbul’da artık sokağa çıkamıyorum diyor. Çok kozmopolit, zaman zaman insanlar rahatsız ediyor filan. İzmir’e zaman zaman sadece nefes almaya geliyor. Çalışması lazım, konser zamanı değil ama İzmir’e nefes almaya geliyor. “Kordon’da istediğim zaman istediğim şekilde tek başıma dolaşabiliyorum, o kadar hoşuma gidiyor ki” diyor. İnsanlar çok sevimli bir şekilde selam veriyorlar diyor. İzmir’de insanın ruhu dinleniyor.


FLAŞ SANATÇILAR SÜRPRİZİ


ÜNUZ: Önümüzdeki sezonda nasıl sürprizler bekliyor İzmirli sanatseverleri?

YAZICI:
Daha önce hiç İzmir’e gelmemiş dünya isimlerinden flaş isimler gelecek. Klasik ve jazzda dünya starlarını ağırlayacağız. Şubat ayında Saygun Müzik Festivali var. Biraz gençlere çocuklara eğitim, konser çalışmaları yapacağız.

ÜNUZ: İzmir için ne hayal ediyorsunuz?

YAZICI:
Benim hayalim ne biliyor musunuz? İnsanlara sanat turizmi yaptırtmak. Bu salon öyle bir 
şekilde kullanılmalı ki, aynı zamanda Efes Antik Tiyatro tabi. İzmir’de öyle şeyler sergilemeliyiz ki, bizim sanatçılarımız için de çıta yükselsin. Sanatın o çarpıcı aurası kenti sarsın. İnsanlar kültür vasıtasıyla birbirlerini dinlemeye başlasınlar.
Çok sesli müzik için hep demokrasi örneği verilir ya… Demokrasi her kafadan bir sesin çıkması değildir, herkesin birbirini dinleyip sonuçta ahenk içinde bir noktaya ulaşabilmesidir. Sesi en çok çıkanın değil, uyumun kazanması demektir. Senfoni orkestrasında en çok sesi tuba çıkarır. Vapur düdüğü gibi. Ama melodiyi o mu çalıyor? Hayır. Maalesef bizim demokrasimizde kim çıkıp daha çok bağırırsa o kazanacağını sanıyor. Kabalığın kazandığı, zarafetten çok uzak bir noktaya geldik. İnsanlar daha çok, daha doğru müzik dinlerlerse en azından doğru bir demokrasi noktasına gelirler diye düşünüyorum. Zevkleri incelir. Herkes klasik müzik dinlesin diye bir şey yok. Herkes dinlediği müziğin kalitelisini talep etsin.

 
AKP iktidar olursa çok acılar çekeceğiz
 
Lozan Türkiye'nin tapusudur!
YORUMLAR
Toplam 5 yorum var, 5 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Hanife Külekçioğlu 6 Eylül 2020 Pazar 13:42

AASSM konserlerini kaçırmiyordum Sn Kocaoğluna şeflere bütün çalışanlara sağlık ve emeklerine çooook teşekkür ediyorum Saygı ve sevgilerimle !

Yorumu oyla      2      3  
AASSM 20 Nisan 2015 Pazartesi 09:33

keşke birazda adaletli ve nazik olsan vede aassm personeline tepeden bakmasan...unutma kibir düşüşün belirtisidir

Yorumu oyla      11      6  
Hüsnü Sarper 13 Nisan 2015 Pazartesi 12:09

TRT eski yıllarda klasik müzik yayınlar- çocuklarımız da klasik müzik ile tanışır- kabiliyeti olan çocuklar bu kültüre yönelirdi- Bursa TV'sinden başka klasik müzik yayınlayan, çocuklara tanıştıran yok- Her evde aletler/CD'ler bulunmuyor.

Yorumu oyla      12      6  
Turdal Şentürk 30 Mart 2015 Pazartesi 23:57

İzmir'de Türkiye ölçeklerine göre güzel kültür merkezleri var.Adnan Saygun'da en başta geleni.Burada çok kaliteli sanatçılar izliyoruz her hafta.Sayın,İbrahim Yazıcı'nın da katkı ve emekleri var.Kendisine teşekkür ederim.

Yorumu oyla      13      6  
İbrahim Yüncü 20 Mart 2015 Cuma 12:10

İbrahim, orkestra yönetirken sadece kollarını değil beden dilini de mükemmel kullanan nadir yönetmenlerdendir.

Yorumu oyla      13      6  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
AKP iktidar olursa çok acılar çekeceğiz
Soyoğul sordu, CHP İzmir Milletvekili, aday adayı Moroğlu yanıtladı…
Hayallerim bile realisttir!
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda 11. yılını dolduran Aziz ...
'Leydi değilsen, hiç şansın yok!'
CHP’nin İzmir’deki ilk kadın belediye başkanı ve milletvekili aday adayı ...
 
2018'de rafineri tamam, 2019'da...
Türkiye’de ve uluslararası arenada enerjinin güçlü oyuncuları arasına ...
Sertel'le yarışa Nietzsche yorumu: Amor fati!
Gönül Soyoğul sordu, önseçime girme tercihiyle dengeleri değiştiren Mustafa Balbay yanıtladı.
HDP olmasa, AKP İzmir’de 1. parti!
Gönül Soyoğul sordu, Alaattin Epözdemir merak edilen 'seçim' sorunlarını yanıtladı.
 
Ben Cumhuriyet'ten önce de vardım
Hanzade Ünuz Fark Yaratanlar’da sordu, tarihin canlı şahidi Ayşe Mayda anlattı…
Hamsi Finger’in yaratıcısı ekmek arası havyar yapacak!
Gürkan Gediz, bıkmadan usanmadan yeni girişimler peşinde koşan genç bir ...
İzmirli kırılırız demedikçe siyaseti düşünmem
EgedeSonsöz Sohbetleri’ne konuk olan usta gazeteci Uğur Dündar, Ümit ...
 
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Bu saatte 'vicdan ittifakı' olur mu?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
İzmir kimin ya da neyin kalesi?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Erkek dediğin öldürür
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Foça, Tire, Çeşme ve Dikili de MHP diyecektir
Kemal ARI
Kemal ARI
Oyumuz, onurumuz ve özgürlüğümüzdür...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Tunç Soyer yeni bir yola çıktı
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Diktatör
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Sağduyu marifeti ile seçebilmek…
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Son hafta
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Sosyalistler pes etmeyin!
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva