RÖPORTAJLAR
10 Mayıs 2014 Cumartesi

Bakanlığın hazırladığı taslak, avukatlığı bitirir!

İdam cezasından twitter yasağına, Pekdaş’ın Konak adaylığından yeni avukatlık tasarısına kadar… Baro Başkanı’yla gündem hakkında her şey…

Bakanlığın hazırladığı taslak, avukatlığı bitirir!

Aralıklarla sürdürmeyi planladığım ve ardı ardına Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı’yla yaptığım hukuk söyleşilerinin devamında; bugünkü konuğum İzmir Barosu Başkanı avukat Ercan Demir.
Yakın zamanda bir operasyon geçirdiği, bir müddet yorgunluktan/yoğunluktan uzak kalması gerektiği için hukuk söyleşilerinin arasını açsam da, şansıma ne zaman bir hukukçu ile görüşsem, güzel ülkemde gündem illa ki hukukla ilgili köpürmüş bir mevzu oluveriyor.
İlk konuğum sayın Eminağaoğlu’yla yaptığım röportaj yayına girmeden önce ‘Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın hükümete veryansın eleştirileriydi’ gündem mesela… Ercan Demir’le röportaj yaptığım gün de kamuoyu, Başbakan’ın ‘idam’ üzerine konuşmalarını konuşuyordu.
Açıkçası… Yargıdaki ‘demirbaş’ sorunlara geçmeden, elbet en çok konuşulandan başlamak, hem söyleşiyi yapan için kolaylık, hem de okur adına, konu ne kadar can sıkıcı olsa bile iştahlandırıcı olduğu için, biz de söyleyişe idam tartışmalarından başladık.
Henüz baro üyesiyken bir ‘dostumun dostu’ olarak tanıştığım, tanıdıkça sevdiğim, daha da önemlisi zaman içersinde ‘gözü kapalı’ güven duyduğum (sınırlı sayıdaki) insanlar arasında yerini alan İzmir Barosu Başkanı Ercan Demir’i yakın zamanda bir kalp operasyonu geçirdiği için yormamam gerekiyordu ama soru üzerine soru sormaktan kendimi (yine) alamadım. O da uzun uzun açıklamaktan…
Dolayısıyla baştan uyarayım; okurken siz de yorulabilirsiniz.
Ama inanıyorum ki sonuç, yorgunluğunuza değer…
 
GÖNÜL SOYOĞUL: Bugünkü flaş gelişmeden başlamak istiyorum. Biliyorsun, Başbakan Erdoğan önce Kars’ta, ardından Adana’da kaçırılıp vahşice öldürülen çocuklarla ilgili gazetecilerin sorusu üzerine ' Şu anda bizim yasalarımızda idam olmadığı için, diyorum ki benim gönlüm idamdan yana, bu işin hakkı idamdır, bu kadar açık. Olmazsa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ' yanıtını vererek tartışmanın fitilini ateşledi. Aslında bir kez daha ateşledi demek lazım, çünkü idam cezası tartışmaları, ülke gündemi için yabancı değil. Bu ceza yasalarımızdan kaldırılmasına rağmen, niye bu kadar sıklıkla gündeme getiriliyor, vatandaşlarca da istekte bulunuluyor sizce? Verilen cezaların adaleti sağlamadığı mı düşünülüyor?
 

ERCAN DEMİR: Bazı olayları tabi ciddi infial yaratan olaylar oluyor. Bazı suç tipleri, eylemler... Şimdi toplumun büyük çoğunluğunda olmasa bile belli bir kesimde ciddi infial, tepki, öfke uyandıran olaylar suçlar, suçlamalar ya da suçlanan tipler, bir popülizm argümanı olarak kullanıldığı zaman ölüm cezası Türkiye’nin gündeminde tartışılan bir konu haline gelmeye başlıyor. Özellikle çocuklara yönelik olan ve cinsel nitelikli olan suçlar ve suç tipleri toplumun çok daha büyük bir kesiminde tepki oluşturan suç tipleri oluyor. Ama şimdi yani yurttaş kendi dünyasında şunu yaşayabilir; onun da yaşanmaması lazım da onun yaşanmaması lazım dediğimiz duruma gelmemiz için, toplumsal kültürümüzün baya bir evrilmesi gerekiyor. Şimdi yurttaş bu duyguyu yaşayabilir, bir çocuğa yapılan bir eylem nedeniyle empati kurup büyük bir tepki duyabilir ama ülkeler bu tepki ve duyguyla yönetilmez. Hukuk sistem, yasalar ve ceza tipleri bu anlık tepki, öfke ve infiallere göre belirlenmez. Dolayısıyla bu, hem Başbakanın yaptığı büyük bir popülizmdir, hem de… Değişik kesimlerde de ne yazık ki bizim hukukçularımızda dahi yapılıyor bu popülist davranışlar. Şimdi bir grup avukat bunun avukatlığını biz yapmayız diyor, bu da olacak bir şey değil. Herkesin avukatlığı yapılmak zorundadır, yani herkesin savunma hakkı vardır. Avukatlar suçu savunmazlar, suçluyu da savunmazlar.
 
SOYOĞUL: Neyi savunurlar?
 
DEMİR: Avukatlar adil bir yargılama yapılmasının güvencesidir. Sanık haklarını savunurlar. Sanığın o olayla ilgili hakları neyse onları savunurlar. Dolayısıyla hangi suçlamayla karşı karşıya kalırsa kalsın, hangi suç tipi olursa olsun, savunma hakkı kutsal bir haktır. Savunma hakkı olmazsa zaten, bir yargılama ve mahkumiyet kararı verilemez, avukatsız da savunma olamaz, özellikle ceza yargılamasında. Bu nedenle siz buradan baktığınız zaman ‘bu suç tipinin avukatlığını yapmıyorum’ popülizmi üzerinden gittiğinizde, bundan şu çıkar: Bu suç tipinin avukatlığını yapan kötüdür. Avukatlığın belli bir tipi iyidir, belli bir tipi kötüdür’e çıkar, bunu bir avukatın söylemesi kabul edilebilir bir şey değil. Az önce dediğim gibi toplumsal kültürümüzün biraz evrilmesi gerekiyor. Şimdi bu evrilme için, bir başbakanın bu tür açıklama yapmadığı günlere gelmemiz gerekiyor. Hukukçuların bu tür açıklama yapmadığı günlere gelmemiz gerekiyor. Belirtiler onlar çünkü, önümüzde belirtiler varken toplumsal kültürümüzün oraya evrilmesinin yakın olduğunu düşünmek pek mümkün değil.
Başbakan daha öncede benzer şeyler yaptı. İşte anayasa mahkemesinin kararına saygı duymuyorum dedi. Bir yüksek mahkemenin kararına bir başbakan yekten kalkıp saygı duymuyorum derse, siz toplumdan yargı kararlarına saygı göstermek konusunda yargıya, hukuka güvenmek konusunda bir şey bekleyemezsiniz. Bu daha önce de yapıldı; şimdi ölüm cezasının Türkiye’de tekrar gündeme gelmesini tartışmaya açmak bile abestir. Bu zaten fiilen mümkün değildir. Hukuken de mümkün olan bir durum değildir. Örneğin infial yaratan şu son iki olayı ele alırsak… Siz bugün ölüm cezasını yürürlüğe koysanız bu ölüm cezasının yürürlüğe girdiği tarihten önceki kişiler hakkında bunun uygulanmasını sağlayamazsınız. Yani yarın başbakan, meclis çoğunluğunu elinde, öyle değil mi? Yarın çıkarsın ölüm cezasını, işte bu açıklamasını yaptığı çocuğa yönelik cinsel suç ya da o suçla ilgili, ki hepimizde infial uyandıran bir suçtu; ama o kişi eğer suçluysa mahkeme onun hakkında mahkumiyet kararı verirse, onun hakkında ölüm cezası uygulayamaz. Çünkü ceza yargılamasının temel bir prensibi vardır; bir suçun işlendiği tarihe göre ceza müeyyideleri sınıflandırılır, işlendiği tarihte sanığın lehine olan neyse o uygulanır. Dolayısıyla hakkında açıklama yapılan bu suç ve kişiyle ilgili başbakanın söylediklerini uygulama şansı yok.
 
SOYOĞUL: İnsanlarda bu kadar çok infial uyanmasındaki nedenlerden birinin de değişik zamanlarda çıkarılan aflar olduğunu düşünüyorum. Uzun sürelik hapisten hüküm giymiş bir katilin örneğin, 3-5 yılda elini kolunu sallayarak aramıza karıştığını kaç kez gördü bu toplum. ‘Müebbet’ hüküm verilmesinin insanlara yetmemesinin nedeni de bu değil mi? Asalım, kurtulalım, sen sağ, ben selamet… Burada yargının ne yapması gerekiyor?
 
DEMİR: Bu kendi başına yargının sorunu değil. Bu çok boyutlu bir sorun. Birincisi; yargının etkin işlemesi adil yargılama yapılıp adil kararlar verildiğine olan inancın olması gibi sorunlar var tamam. Ama bütünlüklü olarak düşündüğünüz zaman, bizim ülkemizde ceza yargılaması son 30-40 yılın ağırlığı politik yargılamalar, yani kamuya öyle yansıyan bireyler açısından ağır sonuçlar doğuran yargılama olgularıyla dolu, bunlarla dolmuş durumda. Yani bu Adnan Menderes’in idamından başlayan Deniz Gezmiş’lerin idamıyla devam eden… işte Adnan Menderes ve Celal Bayar’a birlikte ölüm cezası verilip de Celal Bayar’ın birkaç ay sonra serbest kalması, affedilmesi gibi… Toplumda bizim ceza yargılamamızla ilgili şöyle bir algı var; bir tarafta devleti temsil eden bir yargı algılaması, bir tarafta işte kader kurbanları, halk var. 70’li, 80’li yılların Türk filmlerinde önemli konularından başlıklarından biridir. Şimdi siz ceza yargılamasına toplumla muhatap olan insanların azımsanmayacak bir kısmının esasen mağdur olduğunu haksızlığa uğradığını filmlerinizde bile anlatırsanız, romanlarınızda anlatırsanız… Böyle anlattığınıza göre, böyle bir karşılık var, böyle bir olgu var. Bunun sonucu doğal olarak şöyle olur; bizim devlet sistemimizde yaşanan da bu, 10 yılda bir aflar olur. 10 yılda bir af yaptığınız zaman bu affı a’ya göre b’ ye göre yapacağım diyemeyeceğinize göre; a’nın yanında b, c de bu kapsama giriyor. Dolayısıyla affedildikten sonra ya da yeni çıkan kanundan yararlandıktan sonra ertesi gün gidip bir başkasını öldürür. Bu sefer toplum ne der? ‘Sen bunu cezalandırmadın affettin, bir şekilde dışarı çıkardın, bu sefer gelip benim kardeşimi öldürdü, sen bunu bırakmasaydın bu ölmeyecekti’ der. Şimdi dolayısıyla zaman içinde bizim yargılama ve cezalandırma hukuk sistemimizde olan güvensizlik, pekişmiş ve oturmuştur. Şimdi eğer bunu bu sistemi buradan çıkarıp yani biz bu ülkede soruşturulan yargılanan ve mahkeme tarafından mahkum edilip cezaevine konulan insanların önemli bir kısmının mağdur olmadığına inanabilecek bir gerçek algı, toplumsal dönüşüm yani… Algıdan bahsettiğim başbakanın ya da bir siyasi liderin yarattıkları algıdan bahsetmiyorum. Hayatın gerçeği itibariyle toplumda bu algı, anlayış olursa, bunun olmasının koşulları sağlanırsa, elbette ki iki de bir işlenen suçlarla ilgili aman ölüm cezasını gündeme getirelim durumu yaşanmaz. Ağırlaştırılmış müebbet var zaten şu anki uygulamada. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası da oldukça ağır bir uygulamadır. Bunun daha ağırını şuna yapacağım diye bir şey de yapamazsınız zaten. Suç tipini ayırıp şuna göre yapacağım diyemezsiniz.
 
SOYOĞUL: Peki ağırlaştırılmış müebbet af kapsamlarının dışında mı kalıyor. Diyelim ki bir insana şu an ağırlaştırılmış müebbet verdin, af geldiği zaman ya da herhangi bir şekilde…
 
DEMİR: Ne şekilde bir af çıkarılacağına bağlı. Bizde şimdi…
 
SOYOĞUL: Ya da iyi halden dolayı o ileride gündeme gelebiliyor mu, hafifletilmesi o insanın dışarıya 1-2 sene sonra çıkması?
 
DEMİR: Yok o gündemde değil. Yani şu anki sisteme göre gündemde değil ama değişik konular tartışılıyor bu konuda. Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kabul ettiği ve Avrupa’da özellikle dünyada belli alanlarda tartışılan ‘umut etme hakkı’ diye bir şey var. Yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının umut etme hakkının ihlali olduğunu düşünüp değerlendiren bazı hak iddia argümanları var. O nedenle şimdi işin o boyutunu tartıştığımızda da başka bir şey gündeme gelir. Evet suç işlenmiştir, bu suçu işleyenin rehabilite olması mı meseledir; yoksa ona en büyük eziyeti çektirmek mi meseledir, amaçtır? Ceza yargılaması sisteminde bir hukuk sisteminde suç işleyene eziyet çektirmek değil, suç işleyenin rehabilite edilmesidir asıl amaç, hedef. Sistem şuna göre kurulur; bireyler arsında biri mağdur edilir, biri birine karşı suç işler ama yargılama sistemi devlet onun tarafı değildir. Devlet neyi çözer? Bu suçların işlenmesini önlemek ve işleyenleri de bir daha bu suçu işlememeyi sağlayacak bir önlem ve mağdur olanı da tatmin edecek bir önlemle müeyyidelendirmek. Şimdi burada şu duyguyla yaklaşılmaz, bu uygulamanın duygusu yoktur, bu duygusuz, renksiz bir şeydir. Bu uygulamanın karşılığı şudur; suç işleyeni rehabilite etmek. Onun tekrar suç işlemesini ya da başkalarının suç işlemesini ortadan kaldırmak. Hedef budur. Ondan intikam almak, ona eziyet çektirmek değildir. Tabi meseleye mağdurların yaşadığı acılar üzerinden bakarsanız çözemezsiniz. Tek başına oradan bakacak olursanız çözemezsiniz. Ama suç bilimi açısından bakacak olursanız, bunun çözümü önemleri bakımından baktığınızda biraz önce bahsettiğim popülizmi yapamazsınız. Böyle açıklamalar yapamazsınız. O nedenle gerçekten nitelikli hukukçu kimliğiyle davrananların bu konuda ortaya koyacakları tavır ve yaklaşımlar toplumda büyük bir sempatiyle karşılanmayabilir. Eleştiriyle de karşılanabilir ama hukukçular eleştiri, tepki ve popülizm üzerine değil insanlığın binlerce yıllık hukuki birikimleri üzerine yaklaşmak zorundadır.
 
SOYOĞUL: İnfial sebeplerini düşünken aklıma gelen bir diğer konu da verilen cezalar sırasında hakimlerin indirimleri… Örneğin ‘Utanç davası’ olarak bilinen olay. 2002 yılında Mardin’de biliyorsunuz 13 yaşındaki N.Ç, iki kadın tarafından para karşılığı erkeklere pazarlandı. Aralarında kamuda yüksek mevkilerde çalışanların da olduğu 26 kişi tarafından ırzına geçildi. Ama 13 yaşındaki bir çocuğun ‘rızasıyla ilişkiye girdiği’ gibi dehşete düşüren bir gerekçeyle, bir sürü ceza indirimine gidildi. Yargıtay da lafı bile edilmeyecek cezaları onayladı, utancı bize kaldı! Yine geçen gün bir çocuk tecavüz girişimi ile ilgili ‘tecavüz fiilen gerçekleşmemiş, dolayısıyla çocukta ruhen bir arıza oluşmamıştır’ gibi akıllara ziyan bir karar duyuldu. Nasıl oluyor da oluyor bunlar? Yasalarımızda mı sorun, ne?

 
DEMİR: Şimdi tabi uygulamayla ilgili sorunlar var. Bizim bu tip suçlarda… Mağdurda yarattığı etki ceza uygulamasında bir etkendir, belirleyicidir. Mağdurun ruh sağlığının bozulması diye bir tanımlama var. Cinsel saldırı eylemi mağdurun ruh sağlığında bir etki yaratmış mı, yaratmamış mı? Yaratışsa şu kadar miktardan aşağı olamaz cezası. Dolayısıyla bu tip suçların tamamında ruh sağlığının bozulup bozulmadığına dair rapor almak zorundadır zaten mahkeme. Bu nedenle gelen rapor ruh sağlığı bozulmamış şeklindeyse hakimin yapacağı bir şey yok. Birinci nokta bu. İkinci nokta böyle bir olayda indirim uygulama hafifletici nedenler. Mağdurun bir takım eylemleri bunda etkili olmuş mudur noktasına bakıp bir indirim uygulayacak hakim. Bu hakimin toplumsal değer yargılarının ne olduğu da önemlidir. Hakim ‘vay sen diz üstünde etek giymişsin zaten cinsel saldırıyı hak etmişsin’ duygusundaysa, o kültürdeyse bu maddeyi uygulayabilir; başka kültürdeyse uygulamayabilir. Bunda tabi uygulayıcıların belli bir kültürel etkisi, uygulamaya yönelik değer yargısı etkisi var. Esaslı olan bazı unsular var, onlarda da hakimin yapacağı bir şey yok tabi. Yani şimdi adli tıp kurumundan bazı olgularla ilgili ‘ruh sağlığı bozulmamıştır’ diye rapor geliyor. Ruh sağlığının bozulmuşluğunun değerlendirmesini bir kurulun yapması gerekiyor. E şimdi o kurulun üyeleri kimler bir bakın. O kurul bir bütün olarak mı bu değerlendirmeyi yapıyor yoksa sadece oradaki psikiyatrist mi yapıyor ona bakın. Çıkacak sonuç abuk sabuk sonuçlar olabiliyor, kurul üyeleri arasında çok alakasız branşlardan insanlar olabiliyor. Çok alakasız branştaki insanın ruh sağlığının bozulmasının değerlendirildiği raporda imzasının olması ne kadar doğrudur? Hukuk dünyasında bu konu çok tartışılan, ciddi tartışılan, değerlendirilen bir konu. Hatta adli tıp kurumunun bu konuda vereceği raporlarda bir takım sistematik değişikliklere sebep olan tartışmalar, bunlar halen daha devam ediyor. Ama bu meseleye biraz daha modern bakabilmenin devletin de meseleye modern bakabilmesinin kapıları açılırsa, bu sorun daha tatmin edici bir şekilde çözülebilir.
 
SOYOĞUL: Modern derken?
 
DEMİR: Yani modern derken gelişmiş, çağdaş, ileri yani demokratik ülkelerdeki şekliyle. İnsanların biriktirdiği oluşturduğu kültür var. Her şey kültürdür. Şu tepedeki lamba kültür, bizim ürettiğimiz değerler bütünü. Şimdi insanlığın üretmiş, geliştirmiş olduğu değerler bütününün ulaştığı en ileri seviyede bakabilme becerisini gösterebilirse, devlet otoriteleri   egemen otoriteler, ne kadar mümkündür ayrı mesele ama ona göre çözümü ve açılımı o derece makul olabilir. Yani çocuğunuza çığlık atmayı öğretin şeklinde meseleleri çözmeye çalışmak işte pek modern şeyler olamıyor.
 
SOYOĞUL: Hukukun müthiş kusursuz işlediği bir yer var mı? Ya da böyle kusursuz bir yargı sistemini kurmak mümkün mü?
 
DEMİR: Tabi yargı sistemiyle hukuk, birbirinden farklı.Hukuk bir toplumdaki ilişkiler ağını düzenleyen kurallar bütünün tamamına denir. Bu sadece kanunlar da değildir. Toplumsal kültürünü organize eden değerlerdir aynı zamanda. Dolayısıyla yargı sistemi de bunun bir parçasıdır. Burada bir sorun çıktığında bu sorunu çözmeye yarayan mekanizmadır sadece yargı sistemi. Dünyada sorunsuz olduğu bir yer var mıdır, tabi ki yoktur. Herhalde hiçbir zaman da olmayacaktır.
 
SOYOĞUL: En aza indirgenmiş en mükemmele yakın diyelim?
 
DEMİR: Kıyasen en mükemmele yakın diyebiliriz. Diğerlerine göre daha mükemmel diyebiliriz. Şimdi yargı sistemi ya da hukukun diğerine göre daha mükemmel olmasının çok sayıda etkeni var. Bunlardan birincisi ekonomik gelişmişlik, sosyal gelişmişlik, gelir dağılımının işte mümkün olduğunca eşitlendiği, eğitim düzeyinin yüksek, bilim ve teknolojideki gelişmişlik dolayısıyla buna uygun bir kültürel birikim ne kadar yüksekse, bu sorunlar o kadar azdır. Ne kadar düşükse hukuk sistemi ya da yargı sisteminin sorunlu işleyişi o kadar fazladır. Yani yargıdaki gelişmişlik düzeyi, bir toplumun gelişmişlik düzeyinin tam tamına aynısıdır. Tam tamına aynısıdır deyince şöyle bir sonuca varırız, e peki bizim yargımızdaki problem geçmişten daha kötü diyorsak o zaman biz ileri mi gidiyoruz geri mi gidiyoruz?
 
SOYOĞUL: Evet, tam da sormak istediğim bu. Biz ileri mi gidiyoruz, geri mi gidiyoruz?
 
DEMİR: Şimdi Türkiye enteresan bir ülke tabi. Başka bir ülkede böyle gelişmeler olsa nereye sapar bilemeyiz! Türkiye örneğin bilim ve teknoloji olanaklarını elde ettikçe aynı anda gericileşmeyi de başarabilen bir ülke… Türkiye kanunlarını geçmişe nazaran modernize edip yargılamasını gericileştirebilen bir ülke. Böyle garip bir yapısı var. Özal diyordu ya işte ‘her şeyi getirdim Türkiye’ye’ diye. Her şeyi yiyip içebilirsiniz tamam. Şimdi her şey var, en modern iletişim olanakları var, cep telefonları, teknolojinin bütün alanlarına erişme imkanı var, bunlar çok etkin kullanıyor da arabalarımız daha modern, tüketime yönelik metalarımız çok modern, nedense gericileşiyoruz! Onu nasıl yapıyoruz bilemiyorum ama oluyor.
 
SOYOĞUL: Yargıda da dünyayla entegre oluyoruz, işte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde hukuken de her şeyimiz var mı?
 
DEMİR: Büyük oranda var.
 
SOYOĞUL: Orada da çok büyük sorun yoksa, o zaman sorun ne?
 
DEMİR: Mesela internetle ilgili bu 17 Aralık operasyonundan sonra Twitter, Youtube’da yayınlar yapılması üzerine o dönemde İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan Binali Yıldırım biliyorsunuz internet bilişim ağı ile ilgili kendisine bağlı olan bakanlık, o bakanlık ona aitti; Başbakan ve Binali Yıldırım şöyle açıklamalar yaptı. Dedi ki: yani kardeşim siz bizi internet, teknoloji düşmanı diye tanıtamazsınız, biz internet düşmanı değiliz, çünkü dünyada internet ağının en hızlı kullanılabilmesini sağlayan alt yapıyı kuran ülkelerden biriyiz, biz en geniş ağ bandını kurduk. İfadeleri buydu. Belki de kurduğu en geniş ağ bandı Hollanda’dan bile ileridir bilemiyoruz ama çok ciddi alt yapı yatırımları yaptıklarını söylüyorlar. Doğru da yani bu anlamda çok ciddi alt yapı yatırımları yaptılar. Bu alt yapı yatırımlarını aslında daha çok şirketin, daha çok aboneye ulaşıp daha çok para kazanması için yapmışlar meğer! Meğer öyle yapmışlar diyoruz çünkü, başka bir internet ağ bandı ve alt yapısı başka bir ülke Twitter’ı kapatmadı, yasaklamadı. Yani en geniş ağ bandını kuracak teknolojiyle ilgi gösteren zihniyetten bekliyorsunuz ki, onunla bağlantılı bir kültürel özgürlük anlayışı olsun. Türkiye işte bunu yapmakta çelişki yaşayan enteresan bir ülke… En geniş ağ bandını kurup yasaklama zihniyetini gösterebilecek bir ülke! Dolayısıyla yargıdaki gelişmişlik endeksine baktığımızda evet, adalet sarayları… Ne diyor? ‘Avrupa’nın belki de dünyanın nadir, en mükemmel adalet saraylarından birini kurdum’ diyor.. Nerede kurmuş? Çağlayan’da. Eee o adalet sarayında 40- 50 avukatın polis tarafından dövülüp cübbeleriyle birlikte sürüklendiği bir adalet sarayı var mı başka dünyada? Yok. En süslü, en modern adalet sarayı kurup onun içine en gerici zihniyeti koyduğunuzda ne olacak? Böyle garip sonuçlar olacak.

 
SOYOĞUL: Biliyorsunuz hukuk söyleşilerine Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu başlayıp 14 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilen ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’yla sürdürdüm. Sayın Eminağaoğlu sistemde pansuman yapılabileceğine, tedavilerle yargının düzeltilebileceğine inanırken, Selçuk Bey, ‘yargıya asla güvenmeyin’ diyor. Yargının ancak sosyalist düzende iyi olabileceğine inanıyor. Size göre?
 
DEMİR: Diğeri köktenci bir yaklaşımdı. Selçuk, savunmasında da söyledi, ‘hukuk sistemi egemenlerin hazırladıkları bir helvadır, canları çekince yerler’ diye. Şimdi siyaseten bunu tartışmak da aslında birbirine çok bağlı yani, siyaset hukukun gelişmişliği, anlayışı, hukuka bakış açısı… Tabi ki bunlar birbirine bağlı şeyler. Esasen Marksistler hukukun bir üst yapı olduğunu, egemenler arası güç ilişkilerinin ifade edildiği organize edildiği, devletin ve o devlet sisteminin sahibi olan egemenlerin ezilen sınıfları tahakküm altına almak için kuralları belirlediği bir manzume olduğunu, böyle bir üst yapı olduğunu… Dolayısıyla egemenlerin işlerine geldiğinde buna uyduğunu, işlerine gelmediğinde de bunu istedikleri yöne döndürebileceklerini/çevirebileceklerini, esas olanın egemen sermaye güçleri ile emekçilerin arasındaki dengenin çeliştiğini… Emekçiler lehine çözülmesi ve emekçilerin iktidarının kurulması ile asıl çözümün bu olduğunu savunur Marksistler. Tabi ki Marksistlerin bu ana savunudan yola çıkarak bu sistem içerisinde çözüme ilişkin farklı farklı yaklaşımları da vardır. Şimdi sonuç olarak elbette ki hukuk, sınıflar arasındaki güç savaşlarının kural altına alındığı bir manzumedir sonuç olarak. Bunu herkesin kabul etmesi gerekir ve herkes de kabul eder diye düşünüyoruz. Tabi doğal hukuk doktrini var, sosyalistlerin hukukun doğuşuna, yasaların doğuşuna, devletin, sistemin doğuşuna ilişkin yaklaşımları var. Bunlara uzun vadede nihai olarak baktığınızda Eminağaoğlu’yla ayrışabileceğiniz, Selçuk’la ortaklaşıp ayrışabileceğiniz noktalar mümkündür. Ama dünyanın bugünkü yapısı itibariyle ve Türkiye’nin mevcut konumu itibariyle biz tabi ki hukuk sistemi ile ilgili meselede kendimizi şurada görüyoruz. Biz diyoruz ki, uluslararası hukukta dünya devletleri kendilerini bir takım belgelerle bağlamışlar. Ulusal hukukta da egemenler yani devlet gücü, sermaye gücü kendisini birincisi, bir takım uluslararası anlaşmalar ve belgelerle sınırlarmış. İkincisi, iç hukuka yansıyan düzenlemelerle sınırlamış. Şimdi bizim buradaki temel yaklaşımımız; bir, egemenlerin kendilerini belirlermiş oldukları ulusal ve uluslararası belgelerdeki tanıdıkları kabul ettikleri sınırlamalara uymalarını sağlamak. İki, bunu ezilenler-yurttaşlar lehine ilerletmek, geliştirmek. Biz kendi konumumuzu hukukçular, bu alandaki yani sosyalizme inanan sol kısımdaki hukukçular olarak, misyon olarak bu noktada görüyoruz. Bunun ötesindeki tartışmalar tabi ki daha ileri tartışmalardır, bu röportajla içinden çıkılması zor konulardır.
‘Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz, nerde görüyorsunuz, ne yapmak istiyorsunuz’ derseniz; işte biraz önce söylediğim uluslar arası platformda kendilerini bir takım belgelerle sınırlamış olan örneğin Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ile kendisini bağlamış ve sınırlamış olan… Kyoto Protokolü ile kendisini bağlamış ve sınırlamış olan… Ya da Uluslararası Çalışma Örgütü’nün hazırlamış olduğu belgelerle kendisini bağlamış ve sınırlamış olan… Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle kendisini bağlamış olan egemen güçlerin bu sözleşmelerde bağladıkları ve taahhüt ettikleri kurallara uymalarını istemek ve bu kurallara mümkünse mağdurlar ve mazlumlar lehine geliştirmektir uluslararası alandaki görevimiz misyonumuz. Ulusal çapta da bizim gerek uluslararası belgelerle kendini bağlamış olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu uluslararası belgelerle taahhüt ettiği yükümlülüklerini yerine getirmesi için mücadele etmek, keza ulusal mevzuatta ulusal belgelerle anayasayı, yasaları vs kendisini bağlamış olduğu taahhüt ettiği hükümlere uymasını sağlamak ve her iki cephede de bunun ezilenler, emekçiler, mağdurlar, mazlumlar yerine ilerletilmesi… Yani bu egemen güçlerin sınırlandırıldığı mümkün olduğunca emekçiler lehine ilerletmektir. Bizim misyonumuz, görevimiz genel olarak budur. Bunun nasıl yapılacağı, nasıl uygulanacağı konusu, yaklaşıma göre değişir. Bazıları bunun etkin bir hukuk mücadelesiyle olacağını savunur, bazıları bunun kavga dövüş ederek olacağını savunur, bazıları salt siyasi mücadeleyle olacağını savunur, bazıları bunun billur bir hukukçu tabiriyle olacağını savunur. Herkesin savunduğu alandan sunacağı katkılar vardır. Yani bu tek başına siyasal mücadeleyle olacak bir şey değildir. Bu tek başına billur, dokunulmaz fanus içinde hukukçu tabiriyle olacak bir şey de değildir. Ama herkesin kendi cephesinden buna katkısı mutlaka olacaktır. Bizim de grup olarak kendimize biçtiğimiz misyon budur çağdaş hukukçular olarak. Benim birey olarak da kendime biçtiğim alan budur. Bu söylediğim görevi, etkin biçimde yapmak konusunda hayatımda neyi gerçekleştirebilirsem benim açımdan inandığım şeyi hayata geçirmek anlamında anlamlı bir hareket olur.
 
SOYOĞUL: Çağdaş Grup demişken biraz İzmir’e dönelim. Sizin aranızdan bir belediye başkanı çıktı, biraz da tartışmalı oldu o dönemde. Konak Belediye Başkanı olan eski baro başkanınız Sema Pekdaş’ın görev süresi bitmeden istifa edip aday olmasına Çağdaş Grup arasında itirazlar oldu. O itirazlar Baro seçiminizde oylarınıza da yansıdı. Bir grup protestolarını boş ya da geçersiz oy vererek gösterdi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Siz, Sema Pekdaş’ın Baro Başkanlığına seçilmesinde etkin rol oynamıştınız. Kişiliğiniz çok net; çalışma arkadaşınız aleyhinde konuşmazsınız. Sema Hanım’ın başkan seçilmesi sizi ne kadar mutlu etti diye sorabilirim ama… Ona karşı grubunuzda yükselen tepkiyi de siz göğüslediniz, oylarınız düştü bu yüzden, hatta seçimi kaybedilirdiniz grup olarak. O dönem gıkınız çıkmadı, bugün ne diyebilirsiniz?
 
DEMİR: Bizim Çağdaş Avukatlar’ın bir geleneği bir pratiği vardır. Bu pratik, görevde olan başkan ya da yönetim kurulu üyeleri için özellikle temsil organında bulunan, çünkü bizim biliyorsunuz disiplin kurulu var, delegasyon var, denetleme kurulu var, aslında onlar için de belirlenmiş bir şeydi. Ama o şöyle bir şeydi; bir siyasi partide temsil görevini üstlenen bir siyasi partinin il başkanı, milletvekili vs, kişiler bizim delegasyon, disiplin, denetleme de dahil olmak üzere listemizde yer almamalıdır gibi bir anlayış vardı. Şimdi seçilmiş olan yönetim kurulu ve başkanı da görev süresini tamamlamadan bir siyasi temsiliyet içerisine girmemesi gerektiğini söylemiştik.
 
SOYOĞUL: Bu kararı niçin almıştınız ya da alınmıştı vakti zamanında?
 
DEMİR: Şöyle; birincisi baroyu yöneten kişilerin bir siyasi parti bağlantısıyla barodaki yöneticiliğini bağdaştırmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani seçime gireriz, seçimi kazandıktan sonra baro başkan bütün baronun yöneticisi ve başkanıdır. Dolayısıyla siyasi endekslenmeler hem geniş genel baro üyeleri bakımından etik problemler yaratabilir, hem Baro’nun faaliyetleri bakımından da problemler yaratabilir. Atıyorum; siz bugün aynı zamanda partinin yöneticisisiniz, il başkanısınız kalktınız bir de Baro Yönetim Kurulu Üyeliği yaptınız, olmaz. Yani etik sorunlar yaşanır. Şimdi şeyi hatırlıyorum ben rahmetli Barolar Birliği Başkanımız vardır, Özdemir Özok. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, o dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesi Üyeliğine seçildi. Özok’ un CHP üyesi olduğuna dair basında haber çıktı ve o bundan dolayı kabul etmedi Anayasa Mahkemesi Üyeliğini. Yani tabi bu kurumun hukukçu duruşu itibariyle politik malzemelere bulaşmaması gerekir mümkün olduğunca. Politika hakkımız var elbette o ayrı bir şey. Şimdi bizim grubumuz da bir baro başkanının görev süresi tamamlanmadan herhangi bir siyasi belediye başkanlığına aday olması durumuna alışık değildi. Böyle bir şey de yoktu. Olmaz düşüncesi vardı.
 
SOYOĞUL: Daha önce böyle barodaki görevini tamamlanmadan aday olan oldu mu?
 
DEMİR: Benim hatırladığım kadarıyla olmadı. Biz şeyi eleştirmiştik. Bir ya da iki dönem önceki baro saymanı ya da başkan yardımcısıydı hatırlamıyorum aynı zamanda bir siyasi partinin il başkanlığını da yürütüyordu. İkisinin birden olmasını tepkiyle karşılamıştık. Bu onun gibi bir şey değil de farklı bir durum. Yani alışık değildi baro kitlesi. Çağdaş avukatlar grubunun teamülü içinde yoktu böyle bir şey, tam tersi teamülü vardı. Dolayısıyla Sema Hanım istifa edip baro başkanlığından belediye başkanlığına adaylığını açıklayınca, hem genel baro üyeleri arasında hem de özel olarak çağdaş avukatlar grubunda etkin olan arkadaşlar arasında bir şok etkisi yarattı. Bu şok etkisi, bir tepki süreci de yaşandı. Tabi şuna tepki duyanlar da oldu; niye bizimle paylaşmadı, tartışmadı diyenler de oldu. Bu zaten tepki yaratacak bir şey olduğu baştan belli bir durum. Bunu anlamak için çok büyük siyaset okumalarına gerek yok.  Şimdi Sema Hanım’ın bu tercihi yapması sebebiyle tabi grup içinde ve baro içinde ciddi bir kriz yaşandı. Bizim yönetim bazında da ciddi tartışmalar oldu, bizi yönetim olarak istifaya çağıranlar oldu. İstifaya çağıranlar sadece bizim seçimlerde yarıştığımız gruplar değildi, kendi grubumuz içinde de istifaya çağıranlar oldu. Tabi burada şöyle bir nokta var, ben doğruluğu yanlışlığı üzerinde hiç görüş belirtmek noktasına gelmek istemedim. Tek başıma bir birey olarak kenara çektiğimde söylerim onu ama o zaman o istifa ettiğinde ben baro başkan yardımcısıydım, vekaleten ben yürütüyordum, şu anda da başkanım. Doğruluğunu yanlışlığını tartışmak istemiyorum ama kişisel olarak şuna inanıyorum, halen daha inanıyorum; şu duygumu görüşümü değiştirecek bir şey olmadı şimdiye kadar. Olursa, yanlış düşünmüşüm de derim. Sema Hanım’ın baro başkanlığını belediye başkanlığına atlamak için kullandığı inancında değilim. O zaman da değildim, şimdi de değilim. Öylesine olumsuz bir niyetle baro başkanlığı faaliyetini yürüttüğü inancında değilim. Görmedim yaşamadım, böyle bir inançta ve duyguda değilim. Dolayısıyla teknik olarak istifa edip belediye başkanlığına adaylığının bizim teamüllerimiz gereği doğru olmadığını tartışırız; bu ayrı bir şeydir. Ama onun burayı kullandığını, kötü niyetli olduğunu, başka amaçlarının olduğunu, oraya gittiğinde de başka niyetlerinin olduğunu söylemek ileri bir adımdır, bunu asla kabul etmem! Ben asla böyle bir duyguya kapılmadım, böyle bir şey de görmedim.
Şimdi bizim içimizde şöyle bir sıkıntı doğurur bu, İzmir Barosu gibi bir baroda var. Bizim çağdaş avukatlar grubu teamüllerinde var, yoksa başka barolarda yok bu. Ya da diğer grupların çoğunda yok. Kimse böyle taahhüt ve teamül ortaya koymuyor. Atıyorum; yani birçok tanınmış milletvekili baro başkanıyken istifa edip milletvekili adayı oldu yani. Oralarda normal karşılanabilir ama İzmir Barosu’nda normal değil. Bizim grubumuzun yaklaşımları açısından normal değildi. Yani İzmir’de şöyle bir geleneğin kapsını açmak bakımından doğru mudur yanlış mıdır onu da tartışmak gerekir, yani avukatların her baro başkanı olanı ‘bu şimdi nereye aday olacak’ gibi bir duyguyu yaşamasının çok da doğru olmadığını düşünüyorum. İnsanlar başkan seçerken ‘acaba görev süresinin tamamlayacak mı, tamamlamadan acaba nereye aday olur ne yapar’ gibi duygulara kapılmamasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Sema Hanım’ın Konak Belediye Başkanı adayı olmasına çok sevindiğimi söyleyemem. Ama seçilmesine sevindim tabi. Hakikaten seçilemeseydi üzülürdüm.

 
SOYOĞUL: Aday olmasına çok sevinemediğinizi söylediniz, bunun nedeni sizden ayrıldığı için mi?
 
DEMİR: Aday olmasına çok sevindiğimi söyleyemem. Aday olması durumunun bizde yarattığı etkiler vardı. Elbette ki onları yaşamayı tercih etmezdim. Yani biz bunu kendi içimizde de çok tartıştık, polemiğini yaptık. Efendim sen de baro başkanı oldun! Yoo ben baro başkanı olmak konusunu olağan genel kurulda doğru düzgün çıkardım, aday olurdum, olacaksam olurdum yani. O kadar cendereyi yaşamaya değmez yani baro başkanlığı denilen şey. O kadar sıkıntıyı yaşamaya değmez. Yani o nedenle elbette ki Sema Hanım Konak belediye başkanı adayı olduğunda çok sevinmedim, işte yaşasın falan olamadım ama seçilmesine sevindim; ikisi ayrı şeyler. Ona yönelik yapılan bu linç hareketlerine de çok üzüldüm. Baro başkanlığı döneminde de kısmen yapılmıştı. Belediye başkan adaylığı döneminde de çok daha abartılı şekilde yapıldı. Yani tabi ki onlara da çok üzüldüm, haksızlık yapıldı. Seçilmesine sevindik.
 
SOYOĞUL: Kayıt cihazını çalıştırmadan önce yaptığımız ön sohbette, ‘önümüzdeki dönemde ekimde hükümetin avukatlık kanununu bütün olarak değiştirmek istediğini’ söylediniz. O değişiklikler tüm baro yönetimlerini de etkileyecek düzenlemeler. Ne düşünüyorsunuz? Sizin yol haritanızı etkilerse, ekimde seçim olursa, aday olacak mısınız? Bu konuda müthiş hevesli, istekli görünmüyorsunuz zira…
 
DEMİR: Açıkçası hevesli ve istekli değilim. Şimdi bu yeni kanun hazırlanıyor, bununla ilgili bilim alt komisyonu kuruldu Adalet Bakanlığı’nda. Barolar Birliği’nde de bir komisyon kuruldu. Barolar Birliği’ndeki komisyonun önerileri oluşturduğu taslak ile Adalet Bakanlığı’nın bilim alt komisyonunda oluşturulan taslak birleştirildi. Adalet Bakanlığı’nda bilim alt komisyonundan çıkan taslak, bakanın önüne gidince değişiverdi! Bakanlık başka bir taslak yayınladı. 3-4 tane ana hat var bakanlık tarafından değiştirilen, hatta şöyle söyleniyor; bizzat sayın bakanımızın görüşleri işlenerek yayınlandı diyor, şimdi Adalet Bakanlığının web sitesinde yayınlandı. Kanunlar genel müdürler sitesinde orada birkaç ana başlığı değiştirdiler; dediğim gibi bilim alt komisyonun tasarısından farklı olarak. Birincisi, avukatlık bundan sonra sınavla girilecek, bu sınavı Adalet Bakanlığı’nın yapması var şimdiki tasarıda. Ama bilim alt komisyonu ve barolar birliği komisyonunun tasarısında bu yoktu. Sınav yapılacak ama sınavı bir staj akademisi kurulacak, staj akademisinden geçildikten sonra sınavı barolar birliğinin organize ettiği bir sınav yapılacaktı; bunu bakanlık tamamen ortadan kaldırdı. Ben bakanlık olarak yapacağım diyor. Yani bakanlığın seçtiği hakimler, savcılardan sonra şimdi bundan sonra hükümetin, bakanın seçtiği avukatlar olacak. Birinci sorun bu bizim için.
İkinci sorun; şimdiki kanunda baroların dava ehliyetine ilişkin düzenleme vardı. Avukatlık kanunun 76. Maddesinde, 95. Maddesinde vardı bu maddelerdeki düzenleme şöyle. Barolar insan haklarının, hukukun üstünlüğünü korumak, savunmakla görevlidirler, yükümlüdürler. Şimdi biz bu görevden yola çıkarak işte örneğin Bergama’da siyanür yöntemiyle altın arayanlara karşı dava açabiliyorduk. HES’le ilgili açıyorduk Urla villalarıyla ilgili, Kordon Otoyolu ile ilgili buraya yol açamazsın deyip açıyorduk. Şimdi Danıştay son dönemde buna ilişkin abuk bir karar verdi. ‘Baroların dava ehliyeti yoktur’ dedi. Bu olmayacak bir şey kanunda açıkça yazmasına rağmen. Şimdi biz bu yeni kanunda baroların bu dava ehliyetini kısmını önemsiyoruz.
Üçüncü önemli nokta da delegasyon sistemi, yani baroların seçimleri neticesiyle Türkiye Barolar Birliği seçimlerinde oy kullanacak delegelerin belirlenmesi yöntemi. Şimdi bakanlık bu 3 noktayı bilim alt komisyonundan çıkan tasarının aksine kendi istediği gibi değiştirmiş. Yani sınavı bakanlık yapacak, baroların dava ehliyeti olmayacak ve barolarda yapılan seçimlerde delegelerin belirlemesi sistemi değişecek.
 
SOYOĞUL: Nasıl değişecek?
 
DEMİR: Şimdi İzmir’de 6 bin 400 avukat var. Şimdiki sistem şöyle; belli bir sayıya kadar 2 delege geliyor. Sonra her 300 kişiye bir delege diyor örneğin.
 
SOYOĞUL: Çok adil bir yöntem değildi aslında bu bildiğim kadarıyla?
 
DEMİR: Şimdi aslında bu bir ölçüde biraz daha adilleştirilebilir ama onların düşündüğü gibi yüzde yüz çok adil bir durum. Sayıya göre bir temsil şu; öyle bir sistem kuruyorlar ki işte şu sayıya kadar asgariyi zaten 4 tane ya da 5 taneyi her baroya veriyorlar, ondan sonra gelen bin kişi için de bir delege veriyorlar; dolayısıyla İzmir Barosu delege sayısı 23’ten 9’a düşüyor. Atıyorum Afyon sayısının delege sayısı 4’ten 6’ya çıkıyor.
 
SOYOĞUL: Bu neyi getirir?
 
DEMİR: Bu şunu getirir; barolar birliği seçimlerinde bu delegeler oy kullanacak. Örneğin İzmir’in ağırlığı düşer, örneğin Afyon’un ağırlığı artar. Yani sizin 6 bin 400 üyeyle 9 delegeniz olacak, diğerinin 300 üyeyle 6 delegesi olacak. İstanbul Barosu’nun 30 bin üyesiyle 15 delegesi olacak. Orantısız bir durum var. Herkese sayıyı sıfırladığın 30 kişi bulursanız bir baro kuruyorsunuz. 33 kişisiniz, size zaten kafadan 5 delege veriyor. Şimdi benim de 9 delegem var. 6 bin 400 kişiyim 9 delegem var, 30 kişi 5 delege. Bu sistemi değiştirmek istiyorlar. Biz şunu söylüyoruz, elbette ki şimdiki sistem öyle bir sistem ki, İstanbul, İzmir, Ankara Baroları birleşirse hiç kimse Türkiye Baroları Birliği’nde söz hakkına sahip olamaz sayı itibariyle. Bu da çok demokratik değil. Tamam. Ama bunun alternatifi de bu değil, yani bu sonucun da doğmaması gerekir. Dediğim gibi avukatlık kanununda başka meseleler de var ama bunlar çok hayati meseleler, bizim karşı olduğumuz.
İkinci bir nokta da şu, baroların görev sürelerini 4 yıla çıkarmayı düşünüyorlar hazırladıkları taslakta. Türkiye Barolar Birliği’nin görev süresi zaten 4 yıl. Baroların görev süresini de 4 yıla çıkarmayı düşünüyorlar. Şimdi her ikisinin görev süresinin eşitlenmesi gerekiyor bu doğru, bunun böyle olması gerekir. Bu görev süresini 4 yıl değil, her iki kurum için de Türkiye Barolar Birliği ve barolar için biz, İzmir Barosu için 3 yıl olarak önermiştik. Bakanlığın taslağında 4 yıl bu. İkisini eşitlemek için baroların 2014’ün Ekim ayında yapılması gereken genel kurullarını 2016 Ekim’ine erteliyorlar; çünkü Türkiye Barolar Birliğinin Genel Kurulu 2017 Mayıs’ta. Yani ‘2016 Ekim’e kadar mevcutların görevi devam eder’ diyorlar. Üstelik olağanüstü seçimli bir genel kurul yapılmasını da yasaklıyorlar bir maddeyle. İsteyemiyorsunuz. Şimdi bakanlığın koyduğu bir alternatif de şu: Mevcutlar Ekim 2014’te genel kurulu yapar, Ekim 2016’ya kadar onların görevi devam eder, 2016 Ekim’den itibaren görev süreleri 4 yıl olur. Şimdi ekimde normal yapılır onların normal olur 2016’da seçilecekler 4 yıl olur diyor. Biz buna daha yakınız İzmir Barosu olarak. Biz şunu istiyoruz; bir seçim yapıldı, genel kurul yapıldı 2012 Ekim’de. 2012 Ekim’de yapılan genel kurulda meslektaşlarımız bizi 2014 Ekim’ine kadar seçtiler yani oylarını ona göre kullandılar. Şubat ayında bir başkanlık seçimi yaptık biz; o yasal bir zorunluluktu, gerekliydi. Yaptık meslektaşlarımız oy kullanmaya geldiler, beni seçtiler ama sonuçta bana ya da diğer adaya verdikleri oy 2014 Ekim ayına kadar verilen oydu. Biz bu sorumluluk ve duyguyla yaklaştığımız zaman, bize bir genel kurul hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Görevimizin kanuna yüklenen geçici maddeyle değil de genel kurulumuz tarafından verilmesi anlamlıdır. Kanunla görev süremizin uzatılması bizi rahatsız edecek bir durumdur. Bu görüşümü zaten daha önce biz komisyonlarda ilettik, biz zaten 4 yıl olmasını uygun görmüyoruz 3 yıl olsun diyoruz; artı, görev süremizin bu şekilde uzatılması bir handikaptır. Genel kurul yapma hakkımızın olması gerekir ve biz de yaparız. Yani genel kurul kimi seçerse o gelir. Kanundan doğan bir imkanla görev süresi istemiyoruz.
 
SOYOĞUL: Tıpkı yargıçlar, hakimler gibi şimdi de avukatların Adalet Bakanlığı’nca belirlenmesi hazırlığından bahsettiniz. Yürütmenin istediği gibi avukatlar… Bu çok ciddi bir sorun değil mi. Ne yapmayı düşünüyorsunuz İzmir Barosu olarak ve tabii diğer barolar ne düşünüyor?

 
DEMİR: Şimdi biz ön açıcı işler yapmak isteyen bir ekibiz, daha popülerizmin dışında işler yapmak istiyoruz. Yani İzmir Barosu olarak vay işte böyle bir şey var diye tepki koyan bir açıklama yapmaktansa Türkiye barolarının bu konuda etkin bir tavır göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu hükümet zaten yani bu parlamento öyle bir parlamento ki, yasama tekniği bakımından aslında tam bir yasama görevi yürüten bir parlamento değil. Buna tam bir yasama diyemeyiz. Neden diyemeyiz? Burada başbakan talimat verir, adalet bakanı hazırlar, meclis çoğunluğu ellerinde olduğu için talimatı verir, elini kaldırır, yasa çıkar! Ne demiş tapede Efkan Ala, ‘iste ona göre yapalım kanunu. Sen sipariş et çıkaralım, ne istersem çıkarırım’ diyor. Dolayısıyla ben yasama organında çok ümitvar değilim. Demokratik bir tartışma içinde buradan bir yasa çıksın, buna pek bir ihtimal vermiyorum yani. Başbakan ve Adalet Bakanı neyi planlıyorlarsa, işlerine ne geliyorsa, ihtiyaçları olan neyse onu çıkaracaklar, öyle görünüyor. Bunu önlemenin yolu Türkiye’deki 79 baronun ittifakla hep birlikte bu bahsettiğim birkaç noktada çok net ortak tavrını koyması gerekir. Her bir baronun ‘ben şunu uygun görüyorum, bunu görmüyorum’ açıklaması yapması yerine ittifakla, yani burada siyasi görüşünüzün ne olduğu, hükümete yakın uzak olduğunuz değil mesele. Burada bizim mesleğimizin bekasını, geleceğini ilgilendiren hayati bir durumla karşı karşıyayız. Burada sorumsuz davranan, işi başka bir yere teslim etmek isteyen varsa, o da görünsün. Tarihe geçsin. O yüzden biz kapalı kapılar ardında, kimin ne yaptığının belli olmayacağı şeklinde bu sürecin ilerlemesindense tüm Türkiye barolarının ortak bir tavırla platform yaratılmasını düşünüyoruz.
 
SOYOĞUL: Bu platform nedir?
 

DEMİR: Bu platform, Türkiye Baroları başkanlar toplantısıdır. İzmir Barosu olarak Türkiye Barolar Birliği’ne ben yazılı talepte bulundum. ‘Biz İzmir Barosu olarak Türkiye Barolarının bütün başkanlarını toplantıya çağırmasını talep ediyorum’ dedim, avukatlık kanunu konusunda. Türkiye Barolar Birliği yönetimi de muhtemelen cumartesi ve Pazar 3 gün toplantı halindeler. Bugün yarın bu kararı alıp duyuracaklardır. Türkiye Barolar Birliğinin çağrısıyla Ankara’da toplanıp bu belirttiğim 3 konuda çok net tavrını koymalı avuvatlar. Mesleğimizin geleceğini hayati bir şekilde etkileyecek bir durumla karışı karşıyayız. Baroların geleceğini de hayati bir şekilde etkileyecek bir durumla karşı karşıyayız. O yüzden ortak bir hamle yapmak gerekiyor. Onun için İzmir Barosu olarak bir basın açıklaması yapmakla olmuyor. Biz karşıyız deyip siyasi manevra olacak bir duruş peşinde değiliz. Gerçek bir sonuç alıcı manevra istediğimiz için Türkiye Barolar Birliğinden bir toplantı talep ettik.

 
Yargıya asla güvenmeyin, asla!
 
Soma, acısını tam kavrayabilmiş değil…
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Yargıya asla güvenmeyin, asla!
DHKP/C'ye operasyon iddiasıyla 14 ay tutuklu kalan ÇHD Genel Başkanı Selçuk ...
Hukuk devletini savunmak Haşim Kılıç’a kalmışsa…
Gönül Soyoğul'la hukuk söyleşilerinin ilk konuğu Yargıçlar Sendikası Başkanı ...
Binali Bey’le yarışmak benim için büyük bir zevkti…
Başkan Kocaoğlu seçimlerin ardından ilk büyük değerlendirmeyi Egedesonsöz’e yaptı.
 
Adalet için siyaset yapmak istiyorum…
CHP'nin genç Bornova Belediye Başkan Adayı vizyonunu anlattı...
Kendimize değil, partimize oy istiyoruz…
HDP İzmir'in Eş Büyükşehir Belediye Başkan Adayları partinin kent vizyonunu anlattı.
'İnanılmaz heyecanlıyım'
Karşımızda iddialı bir Başkan var. Vizyoner bakış açısını Alaçatı'da Türkiye'ye ...
 
Siyasette hiç dayım olmadı, örgüt emekçiyim ben!
Gönül Soyoğul, CHP Karşıyaka'nın örgüt emekçisi genç adayı Hüseyin Mutlu ...
Atatürkçülüğümü, bu adamlara test ettirecek insan değilim!
CHP'den Konak adayı olan Eski Baro Başkanı ile hakkındaki eleştiriler, ...
Özfatura-Gökçek karışımı bir başkan olurum
MHP Büyükşehir adayı Gönül Soyoğul’un sorularına içtenlikle yanıt verirken ...
 
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Papi Mehmet
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Manisa bir 'olmaz'ı nasıl 'olur' yaptı?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva