IŞİD ve Kobani’nin Türkiye ve dünya gündemini meşgul ettiği şu günlerde Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilişkin tavrı da tartışma konusu. Ankara, komşularıyla ciddi sorunlar, müttefiki ABD’yle de görüş ayrılıkları yaşıyor.
Taraf Gazetesi tüm bu konuları ve Türkiye’nin dünyada nasıl algılandığını dış politika uzmanı, akademisyen ve yazar Soli Özel’e sordu.
İşte Taraf Gazetesi’nden Tunca Öğreten’in röportajı
Hükümetin “Yeni Türkiye”si dünyada nasıl algılanıyor?
“Yeni Türkiye” lafına takılmaya başlayanlar var tabii ki ama bu, şu an için daha çok bizim iç tartışmamız gibi görünüyor. Elbette dünyada da bu tartışmaya dikkat çekenler olacaktır ileride. Ancak ben bunun, “yeni” adı verilen Türkiye ile eskisi arasında bir fark olmadığı görüldüğünde olacağını düşünüyorum. Bence şu an daha önemlisi, Türkiye’nin müttefikleriyle olan ilişkisi ve dış politikası hakkında bir değerlendirme yapılacak olması. Yani Erdoğan ve Davutoğlu’nun dış politikasına eleştiri yapılacak gibi görünüyor.
Tezkerenin meclisten geçmesi, “Bu eleştirileri erteler” diyebilir miyiz?
Tezkerenin başlangıcına baktığımızda, IŞİD’in, üçüncü önemli faktör olduğunu görüyoruz. Fakat dünya açısından mesele öyle değil. Dünya, IŞİD’in bir şekilde geri püskürtülmesini, kolunun, kanadının kırılmasını ve hatta mümkünse yok edilmesini istiyor. Ancak Türkiye’nin önem sırası şu şekilde: Esed’in gitmesi, PKK’nın temizlenmesi ve IŞİD... Hatta IŞİD’le mücadelenin daha az önem arz ettiğini bile söyleyebiliriz. Bu noktada tezkerenin geçmesi, ABD tarafından memnuniyetle karşılandı demek biraz zor.
Neden?
ABD’nin, tezkere çıktıktan sonraki kanaatinin de çok olumlu olduğunu düşünmüyorum. Benim gördüğüm şu: Musul düştü. Musul düşene kadar ABD’nin hiçbir halt edeceği yoktu. Musul’un düşmesi bir anda herkesin böğrüne indirilen çok sert bir darbe oldu. Maliki, “Hadi Amerikalılar, gelin şu IŞİD’i bombalayın” dediğinde; “Biz sizin hava kuvvetleriniz değiliz” cevabını aldı. Ama ne zaman ki IŞİD Erbil’e doğru yürümeye başladı; “Irak Kürdistan Özerk Yönetimi sınırlarına gelecek herhangi bir tehdide karşı sessiz kalmayız” mesajıyla ABD jetlerini havalandırdı. Yani demek istediğim; büyük koalisyon sözleri ortaya atıldığından beri Türkiye ile ABD hangi konuda uzlaşabildi ki, tezkere karşısında ABD memnun olsun.
Ankara’nın yapacağı hamleleri önceden ABD’nin açıkladığına tanıklık ettik ama...
Tabii ki. ABD açıklama yapıyor, “Türkiye İncirlik Hava Üssü’nü kullanıma açacak” diye, ardından Ankara “Rüyanızda görürsünüz” diyor. Şimdi de Kerry diyor ki; “Bekleyin Türkiye İncirlik’i elbet Koalisyon için kullanıma açacak.” Tüm bunları yorumlamaya kalktığınızda, tatsız bir durum ortaya çıkıyor.
Peki, bunu nasıl okumak gerekiyor? Yalan söyleyen Ankara mı, ABD mi?
Bu çok sıkıntılı bir şey... Fakat genel olarak Türkiye, gönüllü olmasa da ABD’nin dediğini bir şekilde hep yaptı. İşin özüne dönecek olursak, soğuk savaş döneminden sonra ABD ve Ankara, çıkar ilişkilerini hangi ortak tabana oturtacaklarına bir türlü karar veremedi. Fakat her şeye rağmen Türkiye, hem coğrafî, hem de demokratik, laik NATO ülkesi olarak, ABD dış politikasının merkezinde olmayı başardı. Sırf bu hükümete özel bir şey değil, ama 90’lardan beri Türkiye başına buyruk, Batı’dan sıyrılmaya çalışan bir dış politika sevdasındaydı. Bu yüzden “Avrasyacılık” gibi kavramlar ortaya atılmıştı. Şimdi de Ak Parti hükümeti, Batı’dan kurtulmaya çalışan bir politika izlemeye başlayınca işler bu duruma geldi. Ben, İncirlik Üssü mevzusunda Ankara’nın çıkışını “olağanüstü” bir durum olarak nitelendiriyorum.
Bu süreç bizi, iplerin koptuğu noktaya taşır mı dersiniz?
Türkiye’nin Suriye ile sınırı 910 kilometre olduğu sürece ip kopmaz. Farkında mısınız; 12-13 gündür Türkiye, tanklarını plajda güneşlendirir gibi Kobani’ye dönük bir şekilde konuşlandırıyor. Bu sırada da “Kobani, ha düştü, ha düşecek” diyor. Hatta Türkiye, “IŞİD ile PKK/PYD orada birbirini yesin. Kobani de düşerse düşsün canım, ağızlarının payını alsınlar” kıvamında bir tutum sergiliyor. ABD ise IŞİD hedeflerini ağır bir bombardımanla vurarak, aslında Ankara’ya bir mesaj vermek istiyor: “Biz, Kobani’nin düşmesini istemiyoruz. Bu durum net bir ayrım olsa da, ipleri koparmaz. Çünkü NATO üyesi bir Türkiye var ortada. Ayrıca İncirlik hiç kullanılmıyor da değil. İnsansız hava araçlarının İncirlik’ten kalktığını biliyoruz. Belki Türkiye İncirlik’i açmak için karşılığında bir şey bekliyor da olabilir.
PYD demişken... PYD/ PKK’yi, IŞİD’le aynı kefeye koymak, Kürtleri kışkırtmanın diplomatik dili değil mi sizce?
Erdoğan ile Davutoğlu’nun tavrı baştan beri netti: Sınırlarının hemen dibinde bir özerk bir Kürt yapılanmasını istemiyorlardı ama bir yandan da Öcalan üzerinden PKK ile müzakere yapmak için masaya oturdular. Yaşanan son olaylarda Öcalan’ın yardımına ihtiyaç duydular. Hani imdat kolları vardır, “Çok gerekmedikçe bunu çekmeyin” yazan... İşte Ankara onu yaptı. Fakat biraz acele mi etti acaba, bilmiyorum. Çünkü o kola ikinci defa asıldığınızda aynı etkiyi alamayabilirsiniz. Bu arada geçen hafta yaşanan vahşetin, Kürt siyasî hareketine zarar verdiğini unutmamak gerekiyor. Ayrıca çözüm ya da “bekleyelim, görelim” sürecinin de zarar gördüğünü söylemekte fayda var.
ABD Kobani düşsün istemiyor mu?
Bence kimse ne olup bittiğini bilmiyor. Tek gördüğüm; ABD’nin, “60 ve 70’lerde kazık attığımız Kürtleri yedirtmeyiz” dediği. Bu durum için de ister ABD’nin, ister İsrail’in çıkarları deyin artık netleşmiş bir tavırdır. Ve bu sadece Irak Kürdistanı’yla da sınırlı kalmayacak, belli ki Rojava’yı da buna dâhil edecekler. Kobani düşmesin diye bomba atmalarından anlaşılan bu.
İRAN: TÜRKLERE GÜVEN OLMAZ ALIN SİZE SİLAH
Türkiye’nin bölgedeki rolünü İran üstlenebilir mi?
Türkiye, petrolünü satmak için muhafazakâr Barzani ile yakınlaşmıştı. Fakat 49 konsolosluk çalışanıyla birlikte dış politikasını da rehin bırakan Ankara, Erbil’e girmek üzere olan IŞİD karşısında Kürtlere yardım edemeyince İran, “Türklere güven olmaz, alın size silah” diyerek yakınlaşmaya başladı. Bu noktadan sonra Türkiye’nin, “Buraların sahibi benim” iddiası da ortadan kalkmış oldu.
BU PALAVRAYI DÜNYA YUTMAZ
Peki, Türkiye Kobani biat etsin istiyor diyebilir miyiz?
Tabii ki. Türkiye, PYD’nin, Kobani’deki yönetici grup olmasını istemiyordu. Bu yüzden Kobani’yi IŞİD’e yedirtmek istedi. Darmadağın olduktan sonra da kendi istediği gibi şekillendirecekti. Belki başka Kürt grupları, belki Barzani’nin de işin içinde olduğu bir oluşum... Kandil’in, Kobani meselesini bu kadar kafaya takmasının sebebi de bu bence. Bir de işin insani boyutu var tabii ki. Tren yolunun diğer tarafındaki akrabaların tehdit altında ve sen elin kolun bağlı durmak zorunda kalıyorsun: Akıllara zarar bir durum. Ankara kalkıp, “Orada siviller yok, çeteler savaşıyor” dediği zaman da millet gülüyor doğal olarak.
Buna inanan çok ama...
Sen kendi basının aracılığıyla bu palavraları millete yedirebilirsin, insanlar da PKK ters bir laf ettiğinde galeyana gelebilir. Fakat yüzlerce yabancı gazeteci Kobani meselesini izleyip, tanıklık ediyor. Bu yüzden Ankara’nın bu diplomatik kavgayı, dünya nezdinde kazanması mümkün değil.
Bu üslubu hükümetin meşrebi ya da krizi yönetememesi olarak mı okumamız gerekir?
Hükümetin tavrının başından beri “dediğim dedikçi” olduğunu zaten biliyorduk. Ancak gelinen noktada PKK’ya prestij kaybettirmek için hamle yapmak, çözüm sürecinden tamamen vazgeçmek anlamına gelir. Ya da milliyetçi oylara oynamak gibi bir gayeleri var. Bir de tabii eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse; Kürt seçmenlerin yüzde 50’sinin Ak Parti’ye oy verdiğini unutmamak gerekiyor. En önemlisi; eskiden PKK devletle çatışırdı fakat yaşanan son olaylarda gördük ki artık iş sokağa döküldü ve camialar arası bir tartışmaya dönüştü. Bu çok daha tehlikeli bir durum... Bu, Suriyeleşme ya da Bosnalaşmadır.
“VATANDAŞ ARTIK HÜKÜMETE İNANMIYOR"
Doğalgazın yüzde 80’ini İran ve Rusya’dan alıyoruz. Savunma için NATO’ya ihtiyacımız var... Bu kadar dışarıya bağımlıyken, nasıl oluyor da ahkâm kesebiliyoruz?
2008’deki Gazze Savaşı’ndan beri Türkiye, sağlıksız dış politikasını içeride güç üretme malzemesi olarak kullanıyor. Ahkâm kesmenin nedeni bu. Vatandaş artık kendi hükümetinin söylediğine inanmıyor. Çünkü Türkiye hangi ülkeyle görüşse, ortaya iki farklı haber çıkıyor. Daha önce söylediğim gibi Kerry’nin İncirlik açıklaması buna örnek teşkil ediyor: “Bakmayın siz Ankara’nın öyle dediğine, birkaç gün sonra İncirlik için izin verecekler.” 90’lardan da biz bu tür şeylere alışığız zaten. İlk sorunuza dönecek olursak, eski ile yeni Türkiye arasında ne fark var derseniz, renginin hakiden, biraz daha yeşile çalmasından başka bir fark yok aslında.